headerphoto

Gel de anlama

Gayemiz insanoğlunun ortak sorusunun aslında gayet mantıklı ve açık bir cevabının olduğunu göstermek, bir yaratıcının varlığını aklı ve şuuru olan herkese şeksiz ve şüphesiz en basit ve açık haliyle anlatmak ve ispat etmektir.

Her şey şu en temel soru ile başlıyor:

Şu gözümüzle gördüğümüz varlıklar nasıl meydana geliyor? Bizi, dünyamızı, gezegenleri, evreni ve tüm kâinatı meydana getiren nedir?

İnsanlığın başlangıcından bu yana olan tarih incelendiğinde bu soruya verilen cevapların belli ve sınırlı sayıda olduğu görülecektir. Bunları 4 ana madde halinde sıralayabiliriz:

1. Sebepler yapıyor, icat ediyor, var ediyor…

2. Kendi kendine oluyor.

3. Tabiat yapıyor, doğa yaratıyor. Tüm bu oluşum doğal veya tabiidir. “Tabiat Ana’nın” eliyle gerçekleşiyor vs…

4. Her şeyin ardında ilmi, iradesi, kudreti sonsuz ilahi bir güç var. Yani Allah yaratıyor.

Bu 4 temel maddenin dışında ortaya atılmış diğer bazı fikirleri de ikinci bir kategori altında sıralayalım;

1. Hiçbir şey yok ki. Her şey hayal. Ben de yokum, siz de yoksunuz, bu yazı da yok. Dolayısıyla ne yaratıcıya ne sebebe ne de bu soruya ihtiyaç var.

2. Madde sonradan var olmuş değil ki meydana gelsin ve böyle bir soru sorulabilsin. Ezelden beri var. Yani geçmişi sonsuza dayanıyor.

3.Tesadüfen oluyor.

4. Evrimleşiyor. (Evrim teorisi temelli tüm iddialar.)

Yukarıdaki maddelerin bir kısmı size komik gelmesin.  Bu fikirlerin hepsi ciddi insanlar, felsefeciler ya da bilim adamları tarafından ortaya atılmış ve arkasında kitleler toplamıştır. Şimdi burada saydığımız maddeleri 2. bir kategoride ayrıca değerlendirmemizin sebebini açıklayalım.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki burada tartışılacak mevzu, varlıkların mahiyeti nedir veya varlıklar var mıdır yok mudur gibi meseleler değildir. Bizim konumuz var olan ve gayet sanatlı, düzenli mükemmel ve harika bir tarzda var olan ve her daim yeniden olan bu varlıklar nasıl oluyor, bunu kim ya da ne yapıyor meselesidir. 

Sonuç olarak mevcudatın gerçekten var olduğunu, tüm bunların bir hayalden ibaret olmadığını kabul ederek 2. kategorideki ilk maddeyi, ezeli olmadığını yani her vakit yeni canlıların var edildiğini kabul ederek ikinci maddeyi elemiş oluyoruz.20. yüzyılın başlarına kadar en azından bir kısım bilim çevrelerince hâkim olan görüş evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza dek var olacağı şeklindeydi. Statik ya da durağan evren modeli de denilen bu teoriye göre evrenin bir başlangıcı da sonu da yoktu. Bu görüş evrimciler başta olmak üzere materyalist felsefenin tutunduğu son daldı adeta. Bu sayede bir yaratıcının varlığını inkâr edebilecek kendilerince bir çıkış yolu bulduklarına inanmışlardı. Ancak bilimsel araştırmalar ve gelişmeler onları yine yalanlayacaktı. Nitekim 1929 yılında California Mount Wilson gözlem evinde yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıkları tespit edildi. Bu buluş bilim dünyasında büyük yankıya sebep oldu. Zira fizik kurallarına göre yaklaşan ışıkların tayfının mora, uzaklaşanlarınkinin ise kızıla doğru kaydığı tartışmasız bir gerçekti. Gözlemler yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kaymayı gösteriyordu. Yani yıldızlar bizden ve birbirlerinden sürekli olarak uzaklaşıyorlardı. Aynen şişirilen bir balonun yüzeyindeki noktaların birbirinden ve merkezden uzaklaşmasında olduğu gibi. Evren sürekli genişliyordu. Buna göre zaman içinde geriye doğru gidildiğinde evrenin tek bir noktadan yani sıfır hacim sonsuz kütleden büyük bir patlama sonucu meydana geldiği ispatlanmış ve statik evren modelini savunanların maddenin sonsuzluğu kavramı suya düşmüş, yoktan var edilmeyi savunan Big Bang teorisi bir kez daha kanıtlanmış oldu.

Bu konuyu açıklığa kavuşturan bir başka önemli delil de evrenin en temel yasalarından biri olarak kabul edilen Termodinamiğin 2. kanunudur. Evrenin sonsuzdan beri var olmadığını ve mutlaka bir sonu olduğunu bütün detayı ile ve tamamen bilimsel olarak ispat eden entropi başlıklı harika makaleyi bu aşamada okumanızı önemle tavsiye ediyor ve bu konuyu oraya havale ediyoruz.

Kaldı ki maddenin ezeli olduğunu iddia eden gruptan hem rasyonalist olduğunu iddia edip hem de çok basit, şekilsiz ve cansız bir maddeden bütün bu harika kâinatın nasıl meydana geldiğini ikna edici bir tarzda izah eden kimse çıkmamıştır. Maddenin ezeli olduğunu ileri sürmek bilim adına öyle korkunç bir cehalettir ki, evrimcileri de içine alan bu grup ilimsiz, iradesiz, cansız, bilinçsiz, güçsüz ve şekilsiz bir maddeden tüm şu canlı hayatın ve kainatın var olduğunu öne sürmekle, o maddeye yaratıcı mevkii vermekle cehaletlerin en yüz karasını sergilemekte ve bu delilsiz ve akıldan uzak teorilerini bilimsel bir gerçek gibi insanlığa yutturmaya hatta zorla kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Maddenin ezeli olduğunu iddia edenlerin rakamlardan da hiç haberleri olmasa gerektir. Çünkü ezel sonsuz demektir ve öyle rakamlarla falan ifade edilemez. Denizlerdeki su damlacıklarının adedi sonsuzun yanında 0 (sıfır) değerindedir. Dolayısıyla ezeli olan zaman ve mekanın kayıtları altına girmez. Ezeli olan aynı zamanda ebedi de olmak zorundadır çünkü zaman kavramı dışındadır. Ezeli olan asla değişmez ve kendisine müdahalede bulunulamaz. Bu sayılan özelliklerin hiçbiri madde de yoktur. Madde hem değişkendir, hem bir sonu vardır, hem de zaman ve mekan kaydı altındadır. 

 Meselemizin amacını özetleyen iki üst paragrafta da değindiğimiz gibi varlıkların çok ince sanatlı, düzenli ve mükemmel bir tarzda var olması tesadüfen olma ihtimalini de sıfıra indiriyor. Biraz matematik ve olasılık hesabı bilen birisi bunun nedenini kolayca anlayacaktır. Hemen basit bir örnekle açıklayalım:

Bir tek proteini ele alalım ve bu proteinin tesadüfen oluşması ihtimalini hesaplayalım.  Hepimizin bildiği gibi proteinsiz bir canlı düşünülemez ve en basit bakterilerde bile binlerce protein vardır. Biz proteinlerin en çok bilinenlerinden biri olan hemoglobini ele alalım. Hemoglobin 574 tane aminoasidin arka arkaya doğru biçimde dizilmesi sonucu oluşur. İnsanda 20 farklı aminoasit çeşidi mevcuttur. Bu aminoasitlerin her biri tam olarak doğru yerde bulunmalıdır. Bir tanesinin yanlış yerde olması ya da eksik olması ölümcül sonuçlar doğurabilir. Bir hemoglobin proteininin sadece aminoasit dizilişinin doğru olma olasılığı şu şekilde ifade edilebilir:

1 aminoasidin doğru dizilme olasılığı : 1/20

2 aminoasidin doğru dizilme olasılığı : 1/20 x 1/20

3 aminoasidin doğru dizilme olasılığı : 1/20 x 1/20 x 1/20

574 aminoasidin doğru dizilme olasılığı : 1/20574

 Bu olasılığı yazıyla ifade etmek isterdik ama yazıda bu rakamın karşılığı olduğundan emin değiliz. Peki, bir insanda kaç hemoglobin var dersiniz? Tam 60 quintillion yani 60.000.000.000.000.000.000. Şimdi bu proteinlerin hepsinin doğru dizilme olasılığını da varın siz hesaplayın. Kısaca ifade edecek olursak rakamları biraz tanıyan herkes bunun tesadüfen olamayacağını bilir.

4. madde olan evrimleşme meselesi ise hem maddenin ezeli olduğunu, hem ilk canlının tesadüfen olduğunu, hem de bunların hepsinin kendi kendine olduğunu iddia ederek bütün imkansızlıkları bir araya toplar ve ilk kategoride sıraladığımız 2. maddenin yani "kendi kendine olma" maddesinin  kapsamına girer ki zaten bu madde ispat bölümümüzde ayrıntısı ile ele alınacaktır.

 

İspatın iyi anlaşılması için sayfalar arasında aşağıdaki sırayı takip etmenizi öneririz:

1.GAYE --> 2.USUL --> 3.İSPAT --> 4.SONUÇ

Lemalar'dan ...

Evet, madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem, her mevcut san'atlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem madem kadîm değil, yeniden oluyor. Herhalde, ey mülhid, bu mevcudu, meselâ bu hayvanı, ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem onu icad ediyor, yani esbabın içtimaında o mevcut vücut buluyor; veyahut o kendi kendine teşekkül ediyor; veyahut, tabiat muktezası olarak, tabiatın tesiriyle vücuda geliyor; veyahut bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretiyle icad edilir. Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur. Evvelki üç yol muhal, battal, mümteni, gayr-ı kabil oldukları katî ispat edilse, bizzarure ve bilbedâhe, dördüncü yol olan tarik-i vahdâniyet şeksiz, şüphesiz sabit olur