Entropi
Caner TASLAMAN
Termodinamiğin ikinci yasası, evrenin en temel
yasalarından biri olarak kabul edilir ve entropi yasası diye
de bilinir. Bu yasa, evrende düzensizliğin sürekli olarak
tek yönlü bir şekilde arttığını söyler. Teistler ile
ateistler arasında tarih boyunca sürmüş olan evrenin
başlangıcı ve sonu olup olmadığına dair tartışmalar
açısından bu yasanın önemi büyüktür. Ayrıca entropinin, din
felsefesinin önemli konuları olan “tasarım kanıtı” ve
“mucize sorunu” açısından da göz önünde bulundurulması
gerekir. Makalenin başında entropinin ne olduğunun ve fizik
ile felsefedeki entropi ile ilgili bazı önemli meselelerin
tanıtımı yapıldıktan sonra, bu yasanın din felsefesi
açısından sonuçları dört maddede incelenecektir. Bu
maddelerin birincisi evrenin sonu, ikincisi evrenin
başlangıcı, üçüncüsü tasarım kanıtı, dördüncüsü ise mucize
sorunu hakkındadır.
Entropi: Tek Yönlü, Olasılıkçı, Düzensizlik Yasası
Termodinamiğin birinci yasası, evrendeki (tecrit edilmiş bir sistemdeki) toplam enerjinin her zaman aynı olduğunu söyler. 19. yüzyılda bu yasa “enerjinin korunumu yasası” ve “maddenin korunumu yasası” olarak, enerjinin ve maddenin ayrı ayrı ele alınmalarıyla ifade ediliyordu. Fakat Einstein’ın ünlü E=m.c2 formülüyle, birbirinden bağımsız olarak görünen bu yasalar birleştirildi.1 Daha önceden akustik enerjisi, Güneş enerjisi, elektrik enerjisi gibi farklı enerji türlerinin aynı özden yapıldığı anlaşılmıştı. Maddenin enerjinin bir formu olduğunun anlaşılmasıyla yasa, “enerjinin-maddenin korunumu yasası” oldu. Buna göre evrendeki enerji (E) değişmediği için, enerji değişimi ( Δ ) sıfıra eşittir. Bunun matematiksel formülü şu şekildedir:
Δ E Evren = 0
Termodinamiğin ikinci yasası (entropi) özellikle
Clausius’un çalışmaları sayesinde 19. yüzyılın ikinci
yarısında ortaya konuldu. Entropi terimini ilk kullanan da
odur. Bu yasayla, enerjinin, sürekli, daha çok
kullanılabilir bir formdan daha az kullanılabilir bir yapıya
doğru değiştiği söylenir. Kısacası, evrende düzensizlik
sürekli artmaktadır ve bu tek yönlü tersinemez bir süreçtir.
Evrendeki enerjinin tüm değişmelere karşı sabit kaldığını
söyleyen birinci yasa bir eşitlikle belirtilmesine karşın,
evrendeki enerjinin sürekli daha düzensiz bir hale gittiğini
söyleyen (düzensizliğin artışı entropinin artışı veya
pozitif entropi değişikliği olarak ifade edilir) ikinci yasa
eşitsizlikle belirtilir. Aslında Clausius başta, enerjinin
korunumu yasası gibi entropinin korunumu yasasını bulacağını
umuyordu; ama, sonuçta evrenin, entropinin korunmaması
yasası ile yönetildiğini gördü.2 Bunu ifade eden
formülde, evrendeki entropinin (S), değişiminin (Δ) sürekli
olarak tek yönlü ve artış halinde olduğunun belirtilmesi
için sıfırdan büyük olduğu söylenir. Formül kısaca şöyledir:
Δ S Evren > 0
Tek yönlü süreçler sonun habercisidir. İnsanın
yaşlanma süreci de, evrendeki entropinin artışı da böyledir.
Aslında evrendeki entropinin artışına sebep olan birçok tek
yönlü süreci sürekli gözlemlemekteyiz. Isı, hep sıcaktan
soğuğa doğru akar, hiçbir zaman soğuktan sıcağa doğru akmaz.
Sıcak bir çayın her zaman soğuduğunu gözlemleriz, ama hiçbir
zaman odadaki sıcaklık çaya doğru geriye akarak (süreç
tersinerek) çayımızı ısıtmaz. Bisikletimizin frenine basarak
durmamıza yol açan süreç ısıyı açığa çıkarır, ama hiçbir
zaman Güneş’in ısıttığı bisikletimizin hareket ettiğini
göremeyiz. Parfümümüzün kapağı açıksa koku odaya dağılır,
ama odanın içindeki dağılmış moleküller tekrar bir şişeyi
doldurmazlar.
Arthur Eddington, entropi yasasının, tüm doğa
yasaları içinde en önemli yere sahip olduğunu söyler.
Eddington, evren hakkındaki bir teorinin, Maxwell’in
formülleriyle, hatta daha önceden yapılmış bazı deneylerle
uyumsuz olsa bile doğru olma şansının bulunabileceğini; ama
entropi yasası ile çelişiyorsa hiçbir şansının olmadığını
söyler.3 Einstein’a göre, Newton mekaniğinin en
büyük başarısı ısı hareketlerine uygulanmasıdır; bu başarı
kinetik teoride ve istatistiksel mekanikte gözlemlenir.4 En ünlü fizikçilere göre
fiziğin en temel yasası olan entropi; başarılı bilimsel bir
teori olmak için farklı bilim felsefecilerince ortaya konmuş
olan gözlem ve deneye dayanma, yanlışlanabilme, öngörü
yeteneği, başarılı matematiksel açıklama gibi kriterlerin
hepsini de karşılar.
Fakat, ilginç bir şekilde bu kadar kesin bir yasa
olan entropi, aslında olasılıkçı bir yasadır. Isının tek
yönlü akışı gibi moleküllerin dağılmasına (diffusion)
yönelik hareketlerde, her bir molekülün hareketini hesap
etmek imkansızdır. Söz konusu olan katrilyonlarca molekülden
çok daha fazlasıdır, bu moleküllerin birbirleriyle
çarpışmaları gibi etkenleri, her bir molekül için hesap
etmek mümkün değildir. Fakat söz konusu olan o kadar çok
moleküldür ki, dağılmaya bağlı olasılıkçı entropi kanunları
hep güvenilir sonuç verir. Dünyadaki hava moleküllerini ele
alalım, aslında çok düşük bir olasılık olarak, dünyadaki
hava moleküllerinin Atlantik Okyanusu üzerinde toplanması ve
tüm dünyanın havasız kalması olasılığı vardır; fakat bu
olasılık imkansız denecek kadar azdır ve korkulacak bir şey
yoktur. George Gamow tek bir odadaki hava moleküllerinin,
odanın tek bir yarısında toplanma olasılığının bile adeta
imkansız olduğunu şu şekilde göstermiştir: Bir odada
yaklaşık 1027 (milyar×milyar×milyar) molekül
vardır. Odanın bir yarısında bulunmanın olasılığı ½
olduğundan, tüm moleküller için bu olasılık (½ )
(10)
27 dir; bu ise 10(3x10)26
da 1’dir. Hava moleküllerinin saniyede
0.5 km hızla hareket ettikleri ve 0.01 saniyede odadaki
dağılışlarının 100 kez karıştığını hatırlayalım. Tüm bu
moleküllerin odanın bir yarısında toplanması için gereken
süre 10299.999.999.999.999.999.999.999.998
saniyedir, eğer bu süreyi evrenin toplam yaşı olan 1017
saniye ile mukayese edersek, neden böylesi bir olasılığa
imkansız dediğimiz anlaşılabilir.5 Gamow’un tek
bir odanın bir yarısında moleküllerin toplanmasının
olasılıksal imkansızlığı için (matematikte 10 50
’de 1’den küçük olasılıklar genelde imkansız kabul edilir)
verdiği örneğe bakarak, bizim dünyanın tüm havasının Atlas
Okyanusu üzerinde toplanmasından bahseden örneğimizin ne
kadar imkansız olduğunu rahatça anlayabiliriz. Moleküllerin
dağılımında ortaya çıkan bu tip hesaplar, entropi yasasının
olasılıkçı bir yasa olmasına karşın neden en kesin fizik
yasası olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır.
Bazıları itiraz olarak insanların yaptıkları
makinelerin veya binaların düzensizlikten düzene geçiş
olduğunu, ayrıca negatif entropi aldığımız bitkilerin
varlığının da entropi yasası ile çeliştiğini söyleyebilir.
Burada dikkat edilmesi gerekli nokta, termodinamiğin ikinci
yasasının izole (isolated) bir sistemdeki toplam entropinin
arttığını söylemesidir. Evrenin bir bölümünde oluşan düzenin
bedeli, mutlaka başka bir bölümünde daha büyük çapta bir
düzensizlik olarak ödenir. Örneğin bir binayı ele alalım.
Binanın yapımı için kullanılan maddeler (demir, tahta, v.b)
dünyanın hammadde kaynakları yok edilerek elde edilir,
ayrıca binanın yapımı için belli miktarda bir enerji sarf
edilir. Tam bir hesap yapıldığında yol açılan düzensizliğin
miktarı her zaman düzenden fazladır.6 Canlıların
hepsi çevrelerinden negatif entropi alarak yaşarlar. Biz
bitkilerden veya bitkileri yiyen hayvanlardan negatif
entropi alırız, bitkiler ise fotosentezle Güneş’ten negatif
entropi alarak yaşarlar. Bu yüzden Bertrand Russell, her
canlı varlığın çevresinden kendisi ve nesilleri için mümkün
olduğunca çok enerji alan bir çeşit emperyalist olduğunu
söylemiştir.7 Fakat her canlının beslenmesi,
çevresinde daha büyük bir düzensizlik oluşturur. Örneğin
sürecin her safhasında çekirge yaprağı, kurbağa çekirgeyi,
alabalık da kurbağayı yediğinden, sürekli bir miktar enerji
kaybolur. Miller’e göre beslenme sürecinde enerjinin
%80-90’ı ısı halinde çevreye yayılır. Enerjinin sadece
%10-20’si bir sonraki aşama için canlının dokusunda kalır.
Bir insanı bir yıl beslemek için 300 alabalık gerektiğini
varsayalım; bu balıklar ise 1000 ton ot tüketerek yaşayan 27
milyon çekirge tüketen 90.000 kurbağayı yemeleri (negatif
entropi almaları) sayesinde varlıklarını sürdürürler.8 Bir bitki, havadan karbondioksit molekülü, topraktan su
alarak ve Güneş ışınlarını kullanarak basit moleküllerden
karmaşık moleküller yapar; basit moleküllerden karmaşık
moleküller yapmak entropi azalması anlamına gelir, fakat
yine de entropi yasası ihlal edilmemiştir.9
Bitkiler de diğer canlılar gibi “açık sistemler”dir ve
kendi düzenlerinin bedeli olarak çevrede daha çok
düzensizlik oluştururlar. Güneş’in sürekli artan entropisine
ve toprağın bozulan düzenine karşı, bitkilerdeki negatif
entropi artışı çok azdır. Yapılan hesaplar canlıların,
makinelerin ve tüm düzenli yapıların düşen entropilerinin
bedelinin sistemin bütününde daha çok entropi artışı olarak
ödendiğini ve termodinamiğin ikinci yasasının hiç bir
şekilde ihlal edilmediğini göstermektedir.
19. yüzyıla Newton fiziğinin hakimiyeti altında
girildi. Bu fiziğin yasalarında mutlak determinizm, mutlak
uzay ve zaman ile zamanda tersinirlik vardı. Mutlak
deterministik matematiksel yasalar sayesinde kırk yıl
sonraki olacak veya elli yıl önceki olmuş Güneş
tutulmalarının zamanını tam olarak tespit etmek mümkündü.
Uzay ve zaman birbirlerinden ve hareket halindeki gök
cisimlerinden etkilenmeyen mutlak varlıklar olarak
algılanıyorlardı. Yokuşu çıkan inebilirdi, ileriye doğru
giden cisimler geriye dönebilirdi ve sağa doğru hareket eden
sarkaç sola da gidebilirdi; tüm bu tersinir süreçler fiziğin
hareket yasaları ihlal edilmeden gerçekleşiyordu.
Zamanın ve uzayın mutlaklığına dair görüş
20.yüzyılda Einstein’ın özel ve genel izafiyet teorilerini
ortaya koyuşu ile değişti. Einstein gök cisimlerinin,
uzayın, objektif ve subjektif zamanın, birbirleriyle
bağlantılı olduğunu gösterip; klasik mekaniğin birbirinden
bağımsız, mutlak uzay ve zaman tasarımını düzeltti.10
Einstein fiziğinde mutlak olan ışığın hızıdır ve bu fizik
de, Newton yasaları kadar deterministtir. Makronun
fiziğindeki determinist yaklaşım, Einstein ile 20. yüzyılda
devam etse de, yine aynı yüzyılda mikronun fiziğine dair
kuantum kuramının “belirsizlik ilkesi” ile tartışma konusu
olmuştur. Heisenberg gibi “belirsizlik ilkesi”ni, doğanın
indeterminist yapıda olduğunun bir delili sayanlar olmasına
karşın11, Planck ve Einstein gibi belirsizliğin,
bizim teorilerimizin eksikliğinden ve gözlem yeteneğimizin
mikrodaki sınırlılığından kaynaklandığını savunanlar da
olmuştur. 12 Kuantum kuramı da entropi yasası
gibi olasılıkçı bir yaklaşım getirmiştir.13 Fakat
termodinamik yasalar üzerindeki ittifakın kuantum kuramı
üzerinde gerçekleşmediğini hatırlamalıyız. Ayrıca
termodinamiğin ikinci yasası olasılıkçı olmasına karşın,
kuantum kuramının tartışılan yorumu gibi evrenin
indeterminist bir yapıda olduğunu söylemez. Entropi
yasasının Newton ve Einstein fiziğiyle aynı şekilde
determinist yapıda olmasına ve kuantum kuramında olduğu gibi
olasılıkçı yaklaşımda bulunmasına karşın, tüm bu kuramlardan
farklı yanı, tek-yönlü ve tersinemez bir yasanın evrenin en
temel yasası olduğunu göstermesidir.
Bu yasanın bizce en önemli özelliği bu tek yönlü,
tersinemez yapısıdır. Entropinin oku zamanla aynı yönde
ilerlemektedir. Bu yüzden zaman üzerine yapılacak ontolojik
bir tartışma açısından entropi yasası özel önem taşır. Bu
yasa, süreci önemli kılarak, zamanın fiziksel oluşumlardaki
payını ortaya koyar. Fakat yine de zamanı, entropinin bir
fonksiyonu olarak gören anlayışın hatalı olduğu
kanaatindeyiz. Çünkü evrenin her yerinde zaman artar;
temelde “önce ve “sonra” dizilme ile ilgili olan zamanın,
evrenin hiçbir yerinde istisnası olmaz ve olasılıkçı bir
yapıyla da alakası yoktur. Oysa evrendeki entropinin artışı
toplam olaraktır; evrenin bir yerinde düzenin artması
entropi yasasına aykırı değildir. Zaman ise entropiden daha
kesin ilerler; evrenin hiçbir köşesindeki zaman, başka bir
yerde zaman daha ileriye götürülmek suretiyle geriye
çevrilemez. Bu yüzden, entropi artışının oku ile zamanın oku
aynı yönde olsa da, entropi artışı ile zamanı özdeşleştirmek
hatalıdır.
Entropi ile ilgili diğer önemli bir yanılgı ise
entropideki artışın evrenin genişlemesine bağlanmasıdır.
Önce Einstein’ın formüllerine dayanarak Lemaitre ve
Friedmann evrenin genişlediğini teorik düzeyde ortaya
koydular. 1920’ler ve 1930’larda Edwin Hubble, Vesto Slipher
ve Milton Humason gibi astronomların Mount Wilson
Gözlemevi’nde yaptıkları gözlemler ise evrenin genişlediğini
gözlemsel verilerle de destekledi. 14 Bazı
fizikçiler, moleküllerin dağılması ile ilgili yasaların da
etkisiyle, entropinin artışının sebebinin evrenin
genişlemesi olduğunu zannettiler ve eğer evrende
yerçekiminin etkisi galip gelir de evren kapanmaya başlarsa
entropinin düşeceğini söylediler. Entropiyi sadece gazların
dağılımı şeklinde düşünmek, çekim gücünün toplayıcı
etkisinin entropiyi düşürdüğü yanılgısına sebep olmuştur.
Gazların zamanla geniş bir alana dağılmasının entropi artışı
olması gibi, zaman sürecinin sonunda oluşan karadelikler de
yüksek bir entropi düzeyine karşılık gelirler.15 Stephen
Hawking’in karadelikler hakkındaki ünlü keşfine yol açan da,
bu gök cisimlerinde termodinamiğin ikinci yasasının geçerli
olduğunu bulması olmuştur. 16 Bu da gösteriyor ki
entropi yasası sadece sabit veya genişleyen boyutlarda
işlemez, karadelikler gibi küçülen boyutlar da entropi
artışını temsil edebilirler. Eğer evrende yerçekimi bir gün
galip gelir ve evren Büyük Çatırtı’ya (Big Crunch) doğru
kapanışa geçerek büzülmeye başlarsa da entropinin artışı
devam edecektir. Evrende sürekli maddeden ışınıma bir enerji
transferi olmaktadır. Bu yüzden, Richard Tolman’ın
çalışmalarının da gösterdiği gibi, evren eğer bir kapanışa
geçerse de; bu kapanış, evrenin genişlemesinin simetriği
olamaz ve evren açılışından daha hızlı çöker. Biriken ışınım
bir entropi büyümesini temsil eder ve bu da, bu evrende
entropideki yükselişten hiçbir şekilde kaçılamayacağını
gösterir.17
Sonuçta evrende dört tane birbirine
indirgenemeyecek tek yönlü işleyen sürecin olduğu
kanaatindeyiz. Bunlardan birincisi evrenin genişlemesi,
ikincisi entropinin artışı, üçüncüsü uzayzamanı ve
dördüncüsü zihne bağlı zamandır. Birinci şıktaki evrenin
genişlemesinin diğer üçünden tamamen bağımsız olduğunu, bu
olgunun gözlemlerle desteklendiğini, pekala bu sürecin
tersinin de -evrenin büzülmesi- mümkün olduğunu; bu yüzden,
evrenin genişlemesinin diğer şıklarla ifade edilenlere
indirgenmesinin kesin olarak hatalı olduğunu söyleyebiliriz.
İkinci şıkta belirttiğimiz entropi yasası gözlemsel
deneylerle desteklenmektedir ve fiziğin tüm verileri bu
yasanın tersinemez olduğunu göstermektedir. Kısacası entropi
artışı, uzayın ve zihnin zaman okuyla tamamen aynı yönde
hareket eder. Fakat daha önce belirttiğimiz nedenlerden
dolayı entropi artışı, uzay-zamanına veya zihne bağlı zamana
indirgenemez. Klimayla içinde olduğumuz odanın entropisini
düşürebiliriz, böylelikle zihnimiz dışarıdaki entropi
artışını gözlemleyemeyecek, sadece entropi düşüşüne tanıklık
edecek; fakat zihnimizde hiçbir çelişki doğmayacaktır. Eğer
bazılarının sandığı gibi psikolojik okumuz entropiye bağlı
olsaydı -entropiye indirgenebilseydi- böylesi bir durumun
çelişki doğurması gerekirdi. Belki de en tartışmalı konu
uzay-zamanının zihinsel zamana indirgenip indirgenmeyeceğine
dair olacaktır. Einstein’ın fiziği, zamanı, mutlaklık
kategorisinden indirmiştir. Zamanın ontolojik statüsünde
artık mutlaklığa bir yer olmasa da, bizce zamanın
gerçekliğine yine de bir yer vardır. Einstein zamanın
yanılsama olduğundan şüphe etse de -hayatının sonuna doğru
bu görüşünü değiştirdiği söylenir18- onun
formüllerinde bir sabit olarak yer alan ışık hızı, zamanın
dış dünyadaki fiziksel bir ifadesi değil midir? Entropi gibi
tersinemez süreçleri ve de özellikle son dönemde bu
süreçlerin düzensizliğe doğru giderken oluşturdukları düzeni
incelemek, fizikte ön plana çıkmış ve “zaman” ile “süreç”,
fizik açısından dikkate alınması gereken unsurlar olarak öne
çıkmışlarıdır.19
“Zaman okunu yaratan biz değiliz; tam tersine, biz
onun çocuklarıyız”20 diyen Prigogine ile bu
hususta aynı fikirde olduğumuzu söyleyebiliriz. Zamanın
gerçekliği ne kadar zayıflatılırsa zayıflatılsın, zihin
dışındaki oluşumların “önce” ve “sonra” olarak
düzenlenmelerinin, fenomenlerin hepsinin aynı anda
verilmemesinin bir karşılığı olması gerekir. Descartes “cogito
ergo sum” ile, kendi varlığının gerçekliği ne kadar
zayıflatılırsa zayıflatılsın, gerekirse maddi dünya yok
sayılsın, “ben” dediği varlığın bir ontolojik karşılığı
olduğunu görmüştü.21 Aynı şekilde zamanın
mutlaklığını elinden alan Einstein’ın formüllerine rağmen
yine de zamanın, ontolojik gerçekliğine karşı gelen bir
şeyler olması gerekir. Zamanın zihinde var olmasına gelince,
Kant’ın gösterdiği gibi, eğer zihinde böyle apriori bir
sezgi yeteneği olmasaydı dış dünyayı anlamamız mümkün
olmazdı.22 Fakat zamanın apriori bir sezgi
olması, zamanın sırf zihnin bir dayatması olduğunu
göstermez. Noam Chomsky, zihnimizde apriori olarak dil
öğrenme yeteneği olduğunu göstermiştir23; fakat
bu, dış dünyada dilin var olmadığı anlamına gelmez. Bu
yüzden, Kant’ın, zamanın zihinde apriori olarak var olduğunu
göstermesi, uzay zamanının zihinsel-zamana indirgeneceğini
göstermez. Bize göre, hem dış dünyada zamanın bir gerçekliği
olduğu, hem zihinde de zaman sezgisi apriori olarak
bulunduğu için; bu ikisi birbirine indirgenemeyecek tek
yönlü süreçlerdir. “İndirgenemez” ifadesiyle kastımız,
bunların birbirine tamamen özdeş olmadığıdır, yoksa zihinsel
zamanla uzay-zaman elbette ki ilişkilidir ve bunlar
birbirinden bağımsız ele alınamaz. Eğer zaman sırf zihinsel
bir şey olsaydı, doğal süreçlerin tarifinde önemsiz ve
gereksiz olması beklenirdi. Fakat entropi yasası, evrensel
oluşumlarda tersinemezliğin/zamanın/sürecin önemini
göstermiş, zamanın ontolojik yapısıyla ilgili felsefi
tartışmalar açısından da önemli olmuştur.
Zamanın mutlak olmadığının anlaşılması din
felsefesi açısından önemli soruların cevaplanmasında
yardımcı olur. Örneğin Kant’ın antinomileri (çatışkıları),
etkisinde olduğu Newtoncu fiziğin “mutlak zaman” kavramına
göre şekillenmişti.24 Oysa Einstein’ın
formülleriyle uzay ve zaman birbirine bağlandığından, uzayın
var olmadığı Big Bang sürecinden önceki zamanda Tanrı’nın ne
yaptığını sormak anlamsızdır. Ayrıca “Tanrı insanları
yaratmak için niçin 15 milyar yıl bekledi” gibi sorular da
anlamsızdır. Böylesi sorular, zamanı mutlak gören bir
anlayışla sorulmuştur; zamanı izafi gören bir anlayış için
bir boyuttaki 15 milyar yıllık zaman, başka bir boyutta
bizim için birkaç saniyenin önemsizliği kadar önemsiz
olabilir. Zamanı, mutlak olarak görmemelerine rağmen,
ontolojik açıdan bir gerçekliğe karşılık gelen bir kavram
olarak algılayanlar ise -bizim gibi- din felsefesi açısından
önemli başka sonuçlara varmaya çalışabilir. “Kötülük sorunu”
ve zamanın akışı ile artan entropi arasında bir ilişki
aramak25 veya “özgür irade” hakkında yapılacak
tartışmalar açısından zamanın gerçekliğini göz önünde
bulundurmak önemli olabilir. Bu konular, bu makalede
hedeflediğimiz konunun dışında başka konulara da girmeyi
gerektirdiğinden bu hususların ayrıntısına girmeyeceğiz.
Entropinin yasasının din felsefesi açısından önemli
gördüğümüz sonuçlarını dört maddede göstermeye çalışacağız.
Bunların ilki, bu yasanın, evrenin bir sonu olduğunu
göstermesi hakkındadır.
1- Evrenin Sonu Ve Entropi
Daha önceden değindiğimiz gibi tek yanlı süreçler
ölümün habercisidir ve evrende sürekli düzensizliğe doğru
bir gidiş vardır. Fizikte, entropinin artışı olarak ifade
edilen bu süreç sonsuza dek devam edemez. Isı tek yönlü
olarak sıcaktan soğuğa durmadan akar ve sonunda her yerde
aynı sıcaklığa erişilince hareket duracaktır. Evrenin bu
şekildeki sonu “ısı ölümü” (heat death) veya “termodinamik
denge” (thermodynamic equilibrium) olarak isimlendirilir.
Daha önceden evrenin sonsuza dek var olamayacağına dair bazı
argümanlar ortaya konmuştu. Örneğin 9. asırda yaşamış İslam
filozofu/kelamcısı Kindi, alemdeki cisimlerin
sınırlılığından evrenin sonlu genişliğine, evrenin sonlu
genişliğinden zamandaki sonluluğuna geçiş yapan, v.b.
argümanlar ileri sürmüştür.26 Fakat doğa
bilimleri alanında evrenin sonunun kaçınılmaz olduğu ilk
olarak 19. yüzyılda entropi yasası ile anlaşıldı. 16.
yüzyıla dek hakim olan Aristoteles-Batlamyus sistemine göre
yıldızlar hiç tükenmeyen bir yakıt ile varlıklarını sonsuza
dek sürdüreceklerdi. 19. yüzyıla hakim olan Galileo ve
Newton fiziği ise evrenin sonuna dair bir şey söylemiyordu.
Kant’ın, Newton fiziğinin bir uygulaması olan “Evrensel Doğa
Tarihi Ve Gökler Kuramı” 27 eserinde yıldız
kümelerinin evrimi ilk olarak açıklanmıştı. Daha sonra
Laplace’ın geliştirdiği bu kuram, evrendeki değişimin
önemini göstermişti, ama bu değişimin dairesel bir yapıda
olduğu da düşünülebilirdi. Sonuçta Kant-Laplace yaklaşımı da
evrenin sonu olup olmadığına dair bir veri ortaya
koymuyordu. Üstelik 19. yüzyılın ilk yarısında formüle
edilen termodinamiğin birinci yasası; enerjinin,
değiştirdiği formlara karşın, toplamının hep sabit kaldığını
söylediğinden, evrenin sonsuza dek var olacağının bir delili
olarak kullanılabilirdi. Böylesi bir fikir ortamında entropi
yasasının, sabit enerjinin sürekli daha kullanılmaz bir
yapıya doğru evrildiğini söylemesi, evrenin bir sonu
olmasını gerektirdiğinden bilim dünyasında ve felsefecilerde
şok etkisi oluşturdu. Örneğin Bertrand Russell, bilimsel
yasaların evrenin bir sonu olduğunu gerektirmesi karşısında
bunalımlı ruh halini şu sözlerle ifade etti: “…Hatta daha
amaçsız ve anlamsız olan bilimin bize sunduğu dünyadır.
Böyle bir dünyanın ortasında, eğer bir yerde mümkünse,
ideallerimiz bir sığınak bulmalıdır. …Çağlarca sarf edilmiş
tüm emekler, tüm özveriler, tüm parlak fikirler,
insanoğlunun tüm parlak dehası, Güneş sisteminin ölümüyle
yok olmaya mahkum ve insanoğlunun başarılarının hepsinin
evrenin yıkıntıları içine gömülmesi kaçınılmaz. Bütün
bunlar, tamamen tartışılmaz olmasa bile, o kadar kesin
gözükmektedir ki, bunları inkar eden hiç bir felsefe ayakta
kalmayı ümit etmemelidir. Ancak bu gerçekler çerçevesinde,
ancak katı bir ümitsizliğin sarsılmaz temelleri üzerinde,
ruhun bundan sonraki yuvası emniyetle oluşturulabilir.”28
Evrenin sonlu olması bazı insanlar için varoluşsal
bir krizin kaynağı olmuştur. Birçok insan kendi ölümünün
tesellisini evrende bıraktığı eserlerinin, namının ve
neslinin devam etmesinde bulmuştur. Politikacıların dev
eserler bırakma isteği de ölümsüzleşme arzusunun bir
tezahürü olarak yorumlanamaz mı? Perikles’in söylevinde de
eserler/nam bırakarak ölümsüzleşme arzusunun bir tezahürünü
görürüz: “Onlar böylesine hayatlarını toplumun gözü
önünde feda etmişlerdir. Onların her biri, hiç bir zaman
eskimeyecek bir üne kavuşmuştur ve onların kabri
kemiklerinin konduğu bir yer olarak görünmemelidir; fakat
orası onların zaferlerinin yer aldığı bir anıttır ki, her
fırsatta onların kahramanlıklarının ve hikayelerinin anısı
orada yad edilecektir.”29 Bu dünyada eserler
ve nam bırakarak, gerekirse hayatını feda ederek,
ölümsüzleşme arzusunun tatmin edilmeye çalışılmasının insan
eylemlerindeki yansıması Hannah Arendt’in satırlarında da
yer alır: “Öyleyse kim arkasında bir hikaye ve bir kimlik
bırakarak ölümsüz bir üne kavuşup ünlü olmak istiyorsa,
yalnızca hayatını tehlikeye atmakla kalmamalı, fakat
özellikle, Achilles gibi, kısa bir hayatı ve vakitsiz ölümü
de seçebilmelidir.”30
Bu evrende eserler veya nam bırakarak ölümsüzleşme
arzusunda olanlar için entropi sevimsiz bir fizik yasası
olmuştur. Tarih boyunca Tanrı’nın ezeli ve ebediliğine karşı
evrenin ezeli ve ebediliğini savunan materyalist ontoloji
savunucuları için de entropinin gösterdiği sonuç hazmı zor
demir bir leblebi niteliğindedir. Evrenin ebediliğine olan
sağlam inanç Demokritos ve Epikuros’un atomculuğundan31
başlayarak birçok materyalist felsefecinin yazılarında
görünür. Tanrı’yı yok saymak için maddenin ezeliliği ve
ebediliğinin savunulması gerektiğini Lucretius’tan önce hiç
kimsenin bu kadar açıklıkla savunduğunu bilmiyoruz. Onun
evrenin ebediliğine olan inancını şu şiirinde görebiliriz:
“Öyleyse iki türdür bütün nesneler:
Atomlar ve onlardan oluşan bileşikler
Çünkü hiç bir güç yıkamaz atomları
Mutlak son oluşları sonsuza dek korur onları
32 “
Materyalist felsefeyi savunanların her şeyin
yeterli açıklaması olan bir evreni savunmalarının yanında;
agnostik filozoflar, her şeyin açıklamasını Tanrı’da bulmak
kadar evrende bulmanın da mümkün olduğunu söylemişler ve bu
şıklar arasında karar vermenin imkansızlığını dile getirerek
agnostisizmlerini temellendirme yoluna gitmişlerdir. Örneğin
Hume “Din Üstüne” isimli kitabında şöyle demiştir: “Yok
eğer bir yerde duracak ve daha ileri gitmeyeceksek, niçin
oraya (Tanrı) kadar gidelim? Niçin maddi dünyada
durmayalım?”33
Görüldüğü gibi entropi yasasının ortaya koyduğu
sonuç hem varoluşsal kaygılar açısından, hem de ontoloji
açısından önemlidir. Teistler (bu deyimle özellikle üç büyük
teist dinin inananlarını kastediyorum) hayatlarının anlamını
ve ümitlerinin karşılığını Tanrı merkezli ontolojilerinde ve
Tanrı’nın kutsal kitaplar aracılığıyla vaadine dayanan
eskatolojilerinde bulurlar. Bu yüzden bir teistin, entropi
yasasının, evrenin sonunu gerektirmesi karşısında Russell
gibi yeise kapılması için bir sebep yoktur. Evrenin bir “ısı
ölümü” ile son bularak yok olmasının, sadece modern felsefe
için sorun olduğu, William Inge tarafından, 1930’larda şöyle
anlatılır: “Evrenin bir sonu olduğu fikrine, sadece
sonsuz hayata beslenen ümidin yerini, zamanda sürekli
ilerleme fikriyle, acınası bir ikame girişiminde bulunan
modern felsefe tahammül edemez… Modern felsefe,
termodinamiğin ikinci kanunu altında enkaza dönmüştür;
duruma tahammülsüzlük yaklaşımına ve bu tuzağın altında,
acınası bir şekilde kıvranmasına, şaşmamak lazım.”34
Üç büyük teist dinin eskatolojilerine göre önce
evrendeki hayat toptan duracak, sonradan Tanrı’nın yeniden
yaratışı başlayacaktır. Bu yüzden sonu gelen bir evren
fikri, teist dinlerin kozmolojileri ve eskatolojileriyle
uyumludur. Tarih boyunca teistlerin, kutsal kitaplarına
dayanarak, kendileri dışında hemen herkese karşı
savundukları evrenin bir sonu olduğu fikrini destekleyen
bilimsel bir yasa; teistlerin, kutsal kitaplarına ve
eskatolojilerine olan güvenlerini arttıracaktır. Böylece
başkaları için yeis kaynağı olan bilimsel bir yasa, ümidi
eskatolojilerinde arayan teistler için bir ümit kaynağıdır.
Teist ontoloji açısından evren, Tanrı’ya bağımlı bir
varlıktır; evreni yaratan Tanrı olduğu için, istediği anda
onun sonunu getirmesi de mümkündür. Bu yüzden, entropi
yasası ile ortaya çıkan sonuç, teizmin ontolojisi ve
kozmolojisi ile uyumludur. Üstelik tarih boyunca teizmin en
önemli hasmı olan materyalizmin savunduğu en temel
tezlerinden birinin yanlışlanması da teizm için mutluluk
vericidir.
20. yüzyıldaki bilimsel gelişmeler de entropi
yasasını desteklemiştir. Hubble’ın gözlemleriyle evrenin
sürekli genişlediği anlaşılmıştır. Hubble’dan sonra
defalarca test edilen bu olgu, hem teorik hem gözlemsel
olarak doğrulanmıştır. 35 Evrenin sürekli
genişlemesi, evrenin iki tane senaryodan biriyle son bulması
gerektiğini gösterir; bunlardan birincisine göre evren, hiç
durmadan genişleyecek ve Büyük Donma (Big Chill) denen
“soğuk ölüm” ile son bulacaktır, diğerine göre ise sonunda
çekim gücü galip gelecek ve kapanışa geçen evren, Büyük
Çöküş’ü (Big Crunch) yaşayarak bir tekillikte son
bulacaktır. Evrenin bu iki senaryodan hangisi ile sona
ereceği evrendeki maddenin kritik yoğunluktan (bu kritik
yoğunluğa Omega denir) fazla olup olmaması ile alakalıdır ve
bu, hala tartışma konusudur.36
Uzaydaki yıldızların oluşumunu sağlayan gaz
stoklarının yıldızların yeniden oluşumunu mümkün kılamayacak
şekilde bir gün biteceğinin anlaşılması da sonun kaçınılmaz
olduğunu gösteren birçok delilden biridir.37
Sonuçta 20. yüzyıldaki bilimsel bulgular, evrenin bir sonu
olduğu konusunda entropi yasası ile varılan sonuca ilave
destek sağlamıştır.
2-Evrenin Başı Ve Entropi
Entropi yasası ile ilk olarak evrendeki
düzensizliğin sürekli arttığı ve sonsuza dek
sürdürülemeyecek bu sürecin evrenin sonunu gerektirdiği
anlaşıldı. Aslında bu sonuç, evrenin bir başı olması
gerektiğini de kapsamaktadır. Bunu şöyle gösterebiliriz:
1-Evrendeki entropi geri çevrilemeyecek şekilde
sürekli artmaktadır.
2-Buna göre evrende bir gün termodinamik denge
oluşacak ve “ısı ölümü” yaşanacaktır. Kısacası evren ebedi
değildir, bir sonu vardır.
3-Sonsuz zamanda, evrende termodinamik dengeye gelinmesi ve
hareketin durması gerekir.
4-Şu anda hareketin devam
ettiğine tanıklık etmekteyiz.
5-Demek ki evren sonsuzdan beri yoktur, dolayısıyla evrenin
bir başlangıcı vardır.
Bilim adamları entropinin, daha çok evrenin sonunu
gerektirdiği konusuna yoğunlaşmışlar, fakat evrenin bir
başlangıcı olduğunu gerektirdiği üzerinde yeteri kadar
durmamışlardır. Oysa felsefe, teoloji ve kozmoloji
alanındaki tartışmalar, daha çok evrenin başlangıcı olup
olmadığı hususunda yoğunlaşmıştır. Paul Davies, entropi
yasasından çıkan bu sonucun başta dikkat çekmemesindeki
ilginçlik hakkında şunları söylemektedir: “Sonlu bir
zamanda tükenecek olan bir şeyin ezelden beri var olmuş
olamayacağı apaçıktır. Yani, evren sonlu bir zaman önce var
olmuş olmalıdır. Bu anlamlı sonucun, 19.yüzyılın bilim
adamları tarafından gereğince kavranamamış olması
enteresandır.”38
Evrenin bir başı olması gerektiği önceden Yahudi,
Hristiyan ve Müslüman filozofların çeşitli argümanlarıyla
savunulmuştur.39 Gerçek sonsuzun var olamayacağı, sonsuzun
geçilemeyeceği ve dolayısıyla evrenin sonsuz bir geçmişe
sahip olamayacağına benzer akıl yürütmeler bu argümanların
temelini oluşturuyordu. Ayrıca üç büyük teist dinin kutsal
kitaplarında geçen ifadeler başlangıcı olan bir evren tarif
ediyordu:
Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı.40
Tevrat-Tekvin Bab 1-1
Her şey O’nun (Allah) ile oldu. Ve olmuş
olanlardan hiçbir şey O’nsuz olmadı.41
İncil-Yuhanna Bab 1-3
Gökleri ve yeri yaratandır. O (Allah), bir işin
olmasına karar verirse, ona yalnızca “ol” der, o da hemen
oluverir.42 Kuran, Bakara
Suresi (2)-117
Materyalist felsefenin savunucuları ise evrenin
ezeliliğini felsefelerinin temeli yapmışlardı.43
Eğer teizm ile ateizm (materyalist felsefe)
arasındaki tartışmayı tek bir soruna indirgememiz istense;
Hamletvari bir cümleyle “Evrenin ezeli olup-olmaması;
işte bütün mesele bu!” diyebiliriz. Evrenin ezeli
olmaması bir başlangıcı olması anlamını taşıyacağından
Hamletvari cümlemizi şöyle de kurabiliriz: “Evrenin
başlangıcı olup-olmaması; işte bütün mesele bu!” Evrenin
başlangıcı olduğu iddiası, teizmi sadece materyalist
felsefenin savunucularından değil; Hinduizm, Budizm, Taoizm
gibi dinlerden ve Eski Yunan felsefesinden de ayırt eden en
önemli iddiadır. Tanrı’nın gücünü sınırlayan veya Tanrı’nın
yaratma iradesinden bağımsız bir evren fikri teizmin asla
kabul edemeyeceği bir fikirdi44; buna karşı
Tanrı’nın varlığını inkar etmek isteyenler için ise, evrenin
ezeliliğini kabul etmek ve tanrısal vasıfları evrene
yüklemek tek alternatifti. Bunlara karşı Kant, evrenin
zamanda başlangıcı olduğu ve olmadığına dair tez ile
antitezin ikisinin de doğrulanamayacağı ve
yanlışlanamayacağını; bu yüzden rasyonel bir kozmoloji
kurmanın mümkün olmadığını söyledi. Kant’ın birinci
antinomisi (çatışkısı) olarak anılan bu tez ile antitez
şöyledir:
Tez: Evrenin zamanda bir başlangıcı vardır ve
uzayda sınırlıdır.
Antitez: Evrenin zamanda bir başlangıcı ve uzayda
bir sınırı yoktur; evren, zamanda ve uzayda sonsuzdur.
Görüldüğü gibi teizmin kendi dışındaki tüm fikir
sistemleriyle en önemli çatışkısı olan evrenin
yaratıldığı/başlangıcı olduğu fikri, 19. yüzyıldan önce
felsefi argümanlarla tartışılmıştır. Fakat ilk olarak
entropi yasasının keşfi ile doğa bilimlerinin yasalarının da
bu tartışmanın içine girmesi mümkün olmuştur. Üstelik bu
öyle bir yasadır ki, teist-ateist hemen hemen bütün bilim
adamlarının üzerinde uzlaştığı ve evrenin en temel yasası
olarak görülen bir yasadır. Bu yasa evrenin bir başlangıcı
olmasını gerektirir ve başlangıcı olan evren artık her şeyin
açıklaması olarak görülemez; o artık, kendi dışında bir
açıklamaya gereksinim duyar. İslam, kelam ve felsefe
tarihinde “hudus” delili olarak da bilinen bu delili şu
şekilde gösterebiliriz:45
1-Her başlangıcı olanın bir sebebe ihtiyacı vardır.
2-Evrenin bir başlangıcı vardır.
3-O halde evrenin kendi dışında bir sebebi vardır.
Kozmolojik delil, İslam kelam ve felsefecileri
tarafından “imkan delili” şeklinde de ifade edilmiştir. Bu
delil şöyle tarif edilir: “Vacip Varlığın yokluğunu
düşünmek, zihin için bir çelişki doğurduğu halde, var olmak
için başkasına muhtaç olan mümkün varlığın, varlığı ve
yokluğu imkan dahilindeydi. Bu ikinci tür varlık
kategorisini, var olmalarını geriye doğru sonsuzca sürüp
giden sebeplerle açıklayamayız, yani onlar varlığı kendinden
ve zorunlu bir Varlık’ta (Tanrı’da) son bulmalıdır.”46
Buna göre önceden bulunmayıp da sonradan var olan her varlık
mümkün varlıktır. Aslında materyalist felsefeye inananlar da
zorunlu bir varlık olması gerektiğini kabul ederler, fakat
evreni zorunlu varlık olarak görüp, Tanrı’nın varlığının
salt zihnin bir projeksiyonu olduğunu söylerler. O zaman
delilimizi şöyle formüle edebiliriz:
1-Bir varlık ya zorunlu varlıktır, ya da mümkün
varlıktır.
2-Her mümkün varlık zorunlu bir varlığa gereksinim duyar.
Sonradan var olan (madde veya zihnin bir projeksiyonu
olarak) varlık zorunlu varlık olamaz.
3-Ya Tanrı, ya da evren zorunlu varlıktır.
4-Evrenin bir başlangıcı vardır.
5-Demek ki (2 ve 4’e göre) evren mümkün varlıktır.
6-Demek ki (1, 3 ve 5’e göre) Tanrı zorunlu varlıktır.
Burada da kritik madde “hudus” delilindeki gibi
“evrenin bir başlangıcı vardır” diyen maddedir (4). Bu
delillerin ilk ifade edilişi bin yıl kadar öncesine gitse
de, entropi yasası kritik dördüncü maddeyi doğrulayarak, bu
delillere, felsefi akıl yürütmeler yanında bilimsel destek
kazandırmıştır.
Entropi yasasının keşfinden sonraki bulgular ise bu
felsefi argümantasyonlara ilave bilimsel dayanaklar
olmuştur. 1920’li yıllarda ortaya konan Big Bang (Büyük
Patlama) teorisi ile evrenin bir başlangıcı olduğu fikri
yeni bilimsel destek elde etti. 1922 yılında Alexander
Freidmann, Einstein’ın formüllerinden yola çıkarak, evrenin
genişlemesi gerektiğini ortaya koydu.47 Aynı
dönemde Friedmann’dan bağımsız olarak kozmolog ve rahip
Georges Lemaitre de aynı formüllere dayanarak, evrenin
genişleyen dinamik bir yapıda olduğunu keşfetti. Genişleyen
evren, geçmişe doğru küçülüp tek noktaya ulaşıyordu. Böylece
Lemaitre, Tanrı’nın “en eski atom” (primeval atom) olarak
yarattığı ve bu atomdan bütün evreni genişleterek
oluşturduğu evren modelini ilk ortaya koyan kişi oldu.48
Daha önce değindiğimiz gibi Hubble’ın evrenin
genişlediğini bulmasıyla bu teori gözlemsel destek kazandı.
Durağan Durum (Steady State) teorisi gibi, Big Bang’e karşı,
evrenin durağan bir durumda olduğunu savunmak için ortaya
atılan görüşler olmuşsa da, 1965 yılında Big Bang’in evren
modelini destekleyen, evrenin erken dönemlerinden kalan
“kozmik fon radyasyonu” bulununca tüm karşıt teoriler
itibarlarını kaybettiler. 49 Daha sonra yapılan
tüm gözlemlerde elde edilen sonuçlar; evrendeki
hidrojenin-helyuma oranı, COBE uydusundan gelen bilgiler,
uzak galaksilerden elde edilen veriler, geçmişteki evrenin
sıcaklığının daha yüksek olduğunun doğrulanması, atom-altı
dünyadan gelen bilgiler, hep Big Bang’in evren modelini
destekledi. 50 Böylece entropi yasası, Big Bang
teorisinin teorik ve gözlemsel deneyleriyle, evrenin bir
başlangıcı olması gerektiği hususunda gücünü
birleştirmiştir.
Ayrıca entropi yasası, Big Bang’e alternatif olarak
sunulan teorilerin yanlışlığını da göstermekte yararlı
olmuştur. Evrendeki entropinin miktarını göstermekte
kullanılan ölçüt fotonların (ışığın en küçük birimleri)
sayısını, baryonların (atomun proton, nötron parçacıkları)
sayısına bölmektir. Kozmik fon radyasyonuna bu işlemi
uygularsak baryon başına 108 -109 luk
bir entropi elde ederiz.51 Bu kadar yüksek bir
entropi miktarı Durağan Durum (Steady-State) teorisi ile
açıklanamaz, buna karşı evrenin yüksek sıcaklıkta bir
başlangıcını öngören Big Bang teorisi ile bu yüksek entropi
miktarı uyumludur. 52 Ayrıca artan entropinin
hükmünden Açılıp-Kapanan (Oscillating) evren modeli de
kurtulamaz. Bu model, Big Bang teorisinin teorik ve
gözlemsel verilerle elde ettiği gücü karşısında, evrenin
ezeliliğine dair umudun, Big Bang modelinin sonsuzca
tekrarlanmasına bağlanmasının bir sonucudur. Daha önce
değindiğimiz gibi evren eğer bir kapanışa geçerse, bu
kapanış, evrenin genişleyen halinin bir simetriği olamaz ve
entropi artışından kurtulamaz. Kapanıp bir tekilliğe
dönüşmüş evrenin yeniden açılması bilinen tüm fizik
yasalarına aykırıdır, ama böyle bir olay gerçekleşseydi
bile, evrenin her yeni halkasında artan entropi evrenin
sonsuzluğuna izin vermezdi. Evrenin genişleme hızı aslında
çok kritik bir değerdedir. Eğer Big Bang patlaması daha
hızlı gerçekleşseydi, madde o kadar büyük bir alana
yayılacaktı ki ne galaksilerin oluşması ne de evrenin
kapanacak sürece geçişi mümkün olacaktı. Eğer patlama biraz
daha yavaş olsaydı, saçılan madde çekim gücünün etkisiyle
hemen bir tekilliğe dönüşecekti. Bu iki şıkkın arasında
galaksilerin ve canlılığın oluşacağı kritik patlamanın olma
olasılığı havaya atılan bir kalemin sivri ucu üzerinde durma
olasılığı kadar bile değildir. (Bu olasılık 1017
’de 1 olarak hesaplanmıştır.)53 Evren kapanmaya
daha çok ışınım ile geçtiğinden, kapanan evren, ilkinden çok
ışınımlı olacaktır ve bu artmış entropi ile evren,
Açılıp-Kapanan evren modeline göre, bir sıçrama yapsaydı
bile, kritik genişleme hızı aşılırdı ve kapanma bir daha
mümkün olamazdı. Sonuçta entropi yasası, evrenin
başlangıcından bir kaçışın olmadığını gösteren ve
başlangıçlı evren modellerine alternatif olarak ortaya konan
modelleri yanlışlayan, doğa bilimlerinin en kesin yasasıdır.
Entropi yasası, sadece ateist beklentilerle zıt bir
evren tablosu çizmekle kalmamış, panteist evren ile de
uyuşmayan bir tablo sunmuştur. Bunu Whittaker şöyle
açıklamaktadır: “Evrenin zaman içinde yaratıldığının ve
sonunda ölümünün kaçınılmaz olduğunun bilgisi, metafizik ve
teoloji açısından büyük öneme sahiptir; öyleki bu, Tanrı’nın
doğa olmadığını ve doğanın da Tanrı olmadığını gösterir.
Böylece biz, Yaratıcı ile yaratışı özdeşleştiren, Tanrı’nın
maddi dünyanın evriminde veya maddi dünyada açığa çıkmakla
varlık bulduğunu söyleyen tüm panteizm formlarını
reddederiz. Tanrı maddi dünyayla bağımlı olsaydı, Tanrı’nın,
bir doğum ve yok olma süreci de olması gerekirdi… İnsan
ırkının ve tüm canlıların bu evrendeki sonunun kaçınılmaz
olduğu, merkezi fikri ilerleme olan birçok görüş açısından
yıkıcıdır…”54
Entropi yasası, üç büyük teist dinin, kutsal
kitaplarına dayanarak savundukları evrenin bir başlangıcı
olduğu iddiasını destekler. İronik olan durum ise, 19.
yüzyılın sonundaki bu yasanın ve 20. yüzyıldaki bilimsel
bulguların teist ontolojiye ve kozmolojiye verdikleri
desteğe rağmen, bu yüzyılların, materyalist dünya görüşünün
teizm karşısında en çok ilerleme kaydettiği dönem olması ve
“bilim”i dinin yerine ikame etmeye çalışan pozitivist
felsefenin, bu dönemdeki bilim anlayışında en yaygın kabul
gören görüşlerden biri olmasıdır. Bu ironi hakkında
söylenebilecek mutlaka çok şey vardır, ama bu makalenin
sınırlarını aşan bu konuya burada girmeyeceğiz.
3- Tasarım Delili Ve Entropi
Tarih boyunca Tanrı’nın varlığının rasyonel
delillerle kanıtlanmasında kullanılan en yaygın delil
“tasarım delili” (teleolojik delil) olmuştur. Bu delili
kullananlar doğadaki düzen ve/veya amaçlılıktan yola
çıkarak, Tanrı’nın varlığını rasyonel veriler eşliğinde
temellendirmeye çalışırlar. Bu delilin birçok farklı
formülasyonu olmuş; kimi zaman inayet, kimi zaman amaçlılık,
kimi zaman düzen ön plana çıkartılmıştır. Bu delile yönelik
eleştiriler arasında en ünlüleri Hume’un ve Kant’ınkilerdir.
Hume, doğada gözlemlenen olgular ile insan yapım ve becerisi
işler arasında analoji kurulamayacağını söyleyerek
eleştirilerini yöneltmiştir.55 Kant, bu delile
büyük saygıyla yaklaşmış, bilgimizin artmasına ve bilimsel
araştırmaların teşvikine yol açtığından bu delili diğer
delillerden ayrı bir yere koymuştur. Fakat, amacı “saf
aklın” metafizik yapamayacağını göstermek olan Kant’ın
sistemi açısından bu delilin rasyonelliğini de inkar etmek
gerekiyordu. Kant, Hume’un eleştirilerini tekrar ederek ve
genişleterek bu delili eleştirdi.56
19. yüzyılda William Paley’inki gibi saat ve ustası
ile evren ve Tanrı arasında kurulan analojiye dayanan57
tasarım kanıtı formülasyonlarına karşı Hume ve Kant’ın
itirazları (Darwin Teorisi ile birleştirilerek)
yöneltilmiştir. 20. yüzyıla gelindiğinde, olasılık
hesaplarını temel alan ve matematiksel olarak ifade
edilebilen tasarım kanıtı formülasyonları sıkça kullanılmaya
başlanmıştır. Böylesi bir matematiksel betimlemeyi evrenin
başlangıcındaki entropinin hassas ayarı için de
kullanabiliriz. Entropi yasasının, evrendeki düzensizliğin
sürekli arttığını söylediğini biliyoruz. Bunun mantıki
sonucu, zamanda geriye gittikçe entropinin düşmesi ve
evrenin başlangıcındaki entropinin en düşük seviyesine
ulaşmasıdır. Başlangıçtaki düşük entropinin, evrenin küçük
hacmine bağlı olduğu sanılmamalıdır, evrenin kapanışla sonu
gelecek olsa, hacmi küçülse bile entropisi düşmez. Bunu,
insanların yaşlanınca boylarının kısalmaya başlamasına
benzetebiliriz; böylesi bir durum, insanların gençleştiği
anlamını taşımaz. Entropi zaman gibidir; tek yönlü, katı ve
kesin. Başlangıçtaki bu düşük entropili durum, galaksilerin
ve canlıların oluşumunun olmazsa olmaz şartı olup olağanüstü
bir düzenin göstergesidir ve bir açıklama gerektirir. Roger
Penrose, evrenin başlangıç entropisinin hassas ayarını
gösteren matematiksel betimlemeye, fizik biliminde bildiği
hiçbir verinin yaklaşamayacağını
söyler. Şu anda evrendeki yaklaşık 1088 olan entropi miktarı, evren eğer Büyük Çöküş ile çökerse 10123’e
çıkacaktır. (Penrose, bu hesabı Bekenstein-Hawking entropi
formülünü kullanarak yapar.)58 Evrenin Büyük
Çöküş’ünde, her bir baryon için 1043 entropi
olacaktır, buna göre toplam 1080 adet baryonlu
evrenin entropisi 10123 olarak bulunur.59
Evrenin başlangıcındaki entropinin hassas ayarı, evrenin
muhtemel sonunun entropisinden yola çıkılarak hesaplanır.
Aslında evrenin başlangıcı, pekala aynı hacimdeki bu sonun
entropisine sahip olabilirdi; böylesi bir durumda ne
galaksimiz, ne dünyamız, ne bu makaleyi yazan ve okuyanlar
var olabilirdi. Evrenin başlangıç entropisindeki hassas
ayarı hesaplayan Penrose, sonucu şöyle değerlendirmektedir.
Yaradanın ne kadar isabetle hedefini belirlediği görülüyor,
yani doğruluk oranı şöyledir: 10 (10) 123
’te 1. Ortaya çıkan bu sayının iki üslü yazılma sebebi, bu
sayıyı üssüz olarak yazmaya (1’in arkasına sıfırlar
koyarak), evrendeki tüm hammaddenin bile yetersiz kalacak
olmasıdır. Bu sayıyı tek üslü yazmak için, evrendeki tüm
parçacıkların (1080 kadar) ve tüm ışık
taneciklerinin (1088 kadar) her birinin üstüne
katrilyon (1015 ) tane sıfır yazsaydık bile,
ancak 10104 tane sıfır yazabilirdik. Oysa 10123
yazabilmek için bu evrenimiz gibi on milyon (107
) kere trilyon (1012 ) daha fazla evrene sahip
olmamız ve o evrenlerin proton, nötron ve fotonlarını,
katrilyonlarca sıfır yazılabilen defterler olarak
kullanmamız gerekirdi ki, ancak evrenin başlangıç
entropisinin hassas ayarını ifade eden sayıyı yazmayı
başarabilelim. Görüldüğü gibi, bırakın başlangıç
entropisindeki kritik ayarın tesadüfen gerçekleşmesini, bu
ayardaki hassasiyeti ifade eden sayının 1’in arkasına
sıfırlar konularak yazılması bile mümkün değildir. Evrenin
başındaki bu hassas ayarın bir Düzenleyici olmaksızın
açıklanması mümkün değildir. Evreni bir Tasarımcı’nın eseri
olmayan bir varlık olarak görenlerin apriori beklentisi bir
düzenin olmadığı kaotik bir evren olmalıdır. Oysa var olan
olgular, sıradan bir düzene bile değil, olağanüstü
düzenlemelere işaret etmektedir. Kanaatimizce, bilimsel
açıdan, bilimin en objektif ifade dili matematik olduğundan,
başlangıç entropisindeki bu hassas ayarın tasarım kanıtına
verdiği destek, William Paley’in başarı ve ustalıkla yaptığı
tüm betimlemelerinin toplamından daha güçlüdür.
Tasarım delilinin verilerinin üçe ayrılarak
incelenmesinin faydalı olacağı kanaatindeyiz. Bu kanıtı
savunanlar, genelde böylesi bir ayrımı yapmadan üç şıkta
sayacaklarımızı hep beraber ele almışlar veya kimi şıkka
ağırlık vererek diğer şıktaki yaklaşımları pek
kullanmamışlardır. Bu üçlü ayırımı şöyle yapabiliriz:
1-Doğa Yasalarının Tasarımından Tasarım Deliline
Ulaşmak: Buna göre maddeye içkin olan doğa yasaları
ayarlanmıştır. Çekim gücü yasası, hareket yasaları gibi
fiziksel yasaların ve elektromanyetik, güçlü nükleer, zayıf
nükleer kuvvetler gibi maddenin yapısını oluşturan
kuvvetlerin tasarımı bu şıkkın konusudur. Entropinin bir
yasa olarak varlığının gerekliliği bu şıkkın konusudur.
Maddeye “içkin” olan özelliklerin kullanılması bu şıkkın
ayırt edici özelliğidir.
2-Fiziki Dünyanın Tasarımından Tasarım Deliline
Ulaşmak: Evrendeki mevcut fiziksel yasalar tamamen bu
şekilde olsalardı da, bunlar evrendeki tasarımların
varlığını açıklamaya yetersiz olurdu. Örneğin tamamen aynı
yasalar altında, evrenin, galaksilerin oluşumuna imkan veren
bu kritik hızda genişlemeyeceğini veya canlılığa olanak
veren Güneş sistemi ve dünyadaki hassas ayarların
gerçekleşmeyeceğini düşünebiliriz. Aynı şekilde mevcut
entropi yasası aynı şekilde var olabilirdi, ama başlangıç
entropisindeki tasarımın böyle olmasının açıklaması sadece
bu yasanın varlığı değildir. Bu şıkkın ayırt edici özelliği,
mevcut fiziksel yasalar çerçevesinde oluşması mümkün birçok
durumdan, tasarımlara ve canlılığa olanak tanıyan düşük
olasılıkların seçimine vurgu yapmasıdır.
3-Canlılar Dünyasındaki Tasarımdan Tasarım
Deliline Ulaşmak: (Dileyenler “zihni” canlılar
dünyasından ayırarak dördüncü bir şık da oluşturabilirler.)
Yüz binlerce çeşidiyle canlılar dünyası tasarım kanıtı için
en zengin malzeme kaynağıdır. Yunus balığının solar sistemi,
karıncaların iş bölümü, kuşların kanadı, insanların bedensel
özellikleri bu şıkkın konusudur. Canlıların vücudunda
entropiye uygun olarak işleyen ve entropinin bozucu
eğilimine rağmen canlılığı sürdürmeye yarayan tasarımlar, bu
şık çerçevesinde mütalaa edilmelidir. Bu şıkkın ayırt edici
özelliği, ikinci örnekte, fiziki dünyadaki son derece düşük
olasılıkların seçimine vurgu yapılmasına karşın, benzer
vurguyu canlılar dünyası için yapmasıdır.
Daha önce bahsettiğimiz başlangıç entropisinin
düzenlenmesi görüldüğü gibi bu üç şıktan ikincisine
girmektedir. Oysa entropi ile ilgili tasarım kanıtı verileri
diğer iki şıkla da alakalıdır. Örneğin birinci şıkkı ele
alalım. Bu şıkka göre, evrende böyle bir entropi yasası
mevcut olmasaydı da canlılık var olamazdı. Örneğin, başta,
odadaki havanın dağılımı konusunda olasılıkçı entropi
yasasının canlılığı nasıl koruduğunu hatırlayalım. Bu yasaya
uygun olarak hava molekülleri bu şekilde dağılmasaydı,
havasız ancak çok kısa bir süre yaşayabilen canlılar telef
olurdu. Soğuk uzayda Güneş’in bizi ısıtmasından, canlıların
bedenlerinde gerekli maddelerin dağılımına kadar yaşamı
mümkün kılan yüzlerce olguda, bu yasanın varlığı, bizim ve
diğer canlı türlerinin varlığının ön koşuludur. Entropi gibi
yasaların varlığı sayesinde evren, tüm canlı çeşitliliğinin
oluşmasına olanak verecek potansiyeli içinde
barındırmaktadır. Eğer Monod61 ve Dawkins’in62
iddia ettiği gibi canlıları zorunlulukla (doğa yasaları) ve
bu zorunlulukların yol açtığı rastlantılarla açıklamak
mümkün olsaydı (entropi ile ilgili yapılan olasılık hesabı,
ayrıca burada yer vermediğimiz proteinlerle ilgili olasılık
hesapları bunun mümkün olmadığını göstermektedir) bile; bu
durumda, yine, doğa yasalarının nasıl olup da canlılar gibi
tasarımları mümkün kılacak potansiyeli içlerinde taşıdığının
açıklamasının yapılması gerekirdi. Entropi yasası, evrenin
bu tasarımları meyve verecek potansiyeli baştan içinde
taşımasını mümkün kılan, maddeye içkin en önemli doğa
yasalarından biridir.
Ayrıca üçüncü şıkta andığımız, canlılar
dünyasındaki tasarımdan tasarım deliline ulaşmak isteyenler
için de entropi kavramı önemlidir. Canlıların organları,
düşük entropiyi besin olarak almaya ve artan entropiye
direnecek şekilde vücut ısısını korumaya göre
tasarımlanmıştır. Vücuttaki ısı derecesi gibi entropi ile
ilişkili önemli dengeleri koruyan beynin yönetiminden,
sindirim ve dolaşım sisteminden, hücre organellerine kadar
bedenin birçok yapısı, entropi yasası göz önünde
bulundurularak tasarımlanmıştır. Üstelik farklı beden ve
davranışları olan, birbirinden farklı birçok canlıda,
entropi ile ilgili sorunlar farklı şekillerde
çözümlenmiştir. Sayısı yüz binlerle ifade edilen türlerin,
organlarındaki ve hücre yapılarındaki farklılıkların
düzenlenmesini anlamada da entropi önemlidir. Farklı
davranışları olan canlıların, entropiye yönelik sorunları,
farklılıklarını göz önünde bulunduran çözüm reçeteleri ile
halledilmiştir. Kutup ayısının ve kartalın, vücut ısılarını
muhafaza etmeleri için bedenlerinde türlerine özel
düzenlemeler vardır. Bitkilerin ve balıkların negatif
entropi alarak artan entropiye direnmelerini sağlayan
mekanizmalarının tasarımı da farklıdır…
Bazıları, canlılar gibi tasarım ürünlerinin bu
yasayı ihlal ettiğini sanmışlardır. Bu yasanın ortaya
konmasında önemli emekleri olan Hermann von Helmhotz bile
bunlar arasındadır.63 Evrenimiz ne Platon’un
sandığı gibi kaostan düzenin çıktığı bir yerdir, ne de
sürekli düzensizliğin arttığını söyleyen entropi yasasının
ihlal edilerek canlılar gibi tasarımların oluşturulduğu bir
yerdir. Canlıların varlığı, tasarımlarıyla artan düzenin,
evrenin başka bir bölgesinde daha fazla düzensizlik olarak
ödenmesi sayesinde mümkün olmuştur. Artan düzensizlik hem
canlılığın şartıdır, hem de canlılığın oluşması toplam
düzensizliği arttıran bir düzenlemedir. Canlılar, kendi
dışlarındaki dünyadan madde ve enerji alıp veren “açık
sistemler”dir. Bizler doğrudan veya dolaylı olarak
hayvanlardan, bitkilerdeki düşük entropiyi alırız. Bitkiler
ise düşük entropiyi (düzen) Güneş’ten alırlar. Tüm bu
süreçlerde, toplamda artan entropi fazla olduğu için,
entropi yasası ihlal edilmez, ama canlılar düşük entropi
alarak artan entropiye rağmen yaşamayı sürdürebilirler.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, canlıların
varlığının entropi yasası ile çelişmemesinin, bu yasanın,
canlılığın varlığını açıkladığı anlamına gelmediğidir. Bazı
bilim adamları böylesi bir yanlışa düşmüştür. Paul Davies
böylesi bir hataya düşenlerin yaptığı mantıki hatayı;
elektrik prizi bulduğunu söyleyen birinin, bunun
buzdolabının varlığını açıkladığını söylemesine benzeterek
eleştirir.64 Buzdolabından yola çıkarak şöyle bir
örnek de verebiliriz: Buzdolabı da aynı canlılar gibi,
entropinin genel eğiliminin tersine hareket ediyormuş gibi
görünür, çünkü sıcaktan soğuğa geçiş yapar; ama bunu yaparken, arttırdığı entropi daha
fazla olduğu için entropi yasası ihlal edilmez. Bu yüzden
buzdolabının entropi yasasını ihlal etmediğini bulan birinin
(canlılarda olduğu gibi), evin bodrum katında bulduğu
buzdolabının nasıl oluştuğunun ve oraya niye geldiğinin
açıklamasının entropi yasası olduğunu zannetmesi, ne kadar
yanlış mantıksal bir çıkarımsa, canlıların varlığının
açıklamasının, bu yasa ile çelişmemeleri olduğunu söylemek
de o kadar hatalı bir yaklaşımdır. Düzensizliğin arttığı bir
evrende canlılar gibi tasarımların varlığı, düzensizliğin
yasası olan termodinamiğin ikinci kanuna aykırı olmasa da,
tasarım kanıtına ilave güç katacak bir olgudur.
4- Mucizeler Ve Entropi
Mucize, sözlükte başkasını aciz bırakan demektir.
Dini literatürde ise, peygamber olduğunu iddia eden kişinin
doğruluğunu gösteren olgu anlamına gelir. Peygamber,
doğruluğunu kanıtlamak için olağanüstü bir iş yaparak
inanmayanları aciz bırakır; mucize sergiler.65 Üç
teist din açısından da “mucize” kavramı önemli bir yer işgal
eder. Mucizelere inanç, üç dinin kutsal kitaplarına imanın
bir gereğidir ve bu kitapların birçok yerinde mucizeler
anlatılır. Ayrıca bu dinlere inananların Tanrı-evren
ilişkisini nasıl kurmaları gerektiği hususu açısından da
mucizelerin anlaşılma şekli önemlidir. Burada cevaplanması
gerekli en önemli sorulardan biri, mucizenin, doğa
yasalarının ihlal edilmesi anlamını taşıyıp taşımadığıdır.
Kutsal metinlerde mucizenin doğa yasalarının ihlal edilmesi
anlamını taşıdığını belirten ifadeler yoktur; ama bu
metinlerde geçen Hz. Musa’nın denizi yarması veya Hz.
İsa’nın doğuştan körleri iyileştirmesi gibi ifadeler,
mucizenin doğa yasalarının ihlal edilmesi anlamını
taşıdığına dair bir görüş oluşturmuştur.
Ateistlerin birçoğunun, dinin bilime aykırı
olduğunu savunurken en çok ileri sürdükleri görüşlerinden
biri, dinin mucizeyi savunması olmuştur. Buna göre din,
gözlenen doğa yasalarına aykırıdır; çünkü doğa yasalarına
aykırı olayların gerçekleştiğini savunur. Bilimsel yasaları
ihlal eden mucize anlayışına itirazlar ateistlerle sınırlı
değildir, Tanrı’ya inanan bazı filozoflar da, Tanrı
tasavvurlarına aykırı gördükleri, doğa yasalarının ihlali
anlamındaki mucize anlayışına karşı çıkmışlardır. Örneğin
Spinoza, doğa yasalarının, Tanrı’nın doğasının bir sonucu
olduğunu söylemiş ve Tanrı’nın kendi doğasına aykırı hareket
etmesini olanaksız görüp mucizelere karşı çıkmıştır. Spinoza
monist idi, onun panteizminde Tanrısal cevher ile doğa
özdeşti; bu yüzden Tanrısal doğa ile doğa yasaları
arasındaki geçişi doğrudandı.66 Spinoza’dan
etkilenen Schleiermacher de Hristiyanlıktaki mucize
anlayışının değiştirilmesi gerektiğini savunmuştur. O, doğa
yasaları çerçevesinde işleyen nedenselliği sadece fiziki
değil, mantıki bir zorunluluk olarak da görmüştür.67
Mucizelere karşı bu itirazlara çeşitli cevaplar
verilmiştir. Bunların belki de en sık dile getirilmiş
olanını şöyle özetleyebiliriz: Tanrı’nın yasaları (Sünnetullah),
doğa yasalarını da içeren daha geniş anlamda anlaşılmalıdır.
Buna göre, bir peygamber aracılığıyla mucize gösterildiğinde
doğa yasalarının askıya alınması, Tanrı’nın yasalarının bir
parçasıdır. Bu anlayış, mekanist kurallarla çalışan bir
makinenin, bazen durdurulup bakımının yapılması gibi bir
istisnanın gerekliliğini, mucizelerin gösterilmesi için de
kabul eder.
Leibniz’in, “baştan müdahale” anlayışına benzer bir
anlayışla da, doğa yasalarını ihlal etmeyen bir mucize
anlayışı temellendirilmeye çalışılabilir. Buna göre, bir
bilardocunun beş-on hamle sonrasını hesaplaması gibi, Tanrı,
evrenin başlangıcından peygamberlerin mucizelerinin olacağı
yeri ve zamanı hesaplayarak, ilerideki mucizeleri, baştan,
doğa yasaları çerçevesinde gerçekleştirmiştir.
Dikkat edilirse mucizelere yönelik bahsettiğimiz
tüm itirazlar ve savunmalar, klasik fizik yasalarının
deterministik ve mutlak yapısı apriori olarak doğru kabul
edilerek yapılmıştır. Oysa entropi yasası ile en temel doğa
yasalarının deterministik bir nedensellikle beraber
olasılıkçı bir tarzda işlediği anlaşılmıştır. Buna göre,
başta bahsettiğimiz Atlantik Okyanusu üzerinde tüm havanın
toplanması gibi olasılıklar, bilimsel yasalara ters olduğu
ve olasılığı mevcut olmadığı için değil, bu olasılık çok çok
düşük olduğu için kaale bile alınmazlar. Fakat olasılığın
düşüklüğü, olasılıkların rasgele gerçekleştiği düşünülerek
ifade edilir. Rasgele atılan bin zarın altı gelme olasılığı
çok düşüktür, ama zarları bilinçli bir şekilde altı olarak
koyabilen biri için düşük olasılıklar bağlayıcı değildir.
Teizm, Tanrı’yı evrenin yaratıcısı, bilimsel kanunların
koyucusu ve koruyucusu olarak görür. Bu anlayışa sahip biri,
bilimsel oluşumların olasılıklarının belirleyicisi olarak
Tanrı’yı görüp mucizeleri açıklayabilir. Böylesi bir mucize
açıklaması, bilimsel yasaların ihlali anlamını taşımayacağı
için, daha önce zikrettiğimiz itirazların hiçbiri bu
anlayışa karşı ileri sürülemez.
Özellikle şunu belirtmemizde fayda var; biz,
Tanrı’nın mucizeleri böyle gerçekleştirdiğini veya
gerçekleştirmediğini ileri sürmüyoruz. Doğa yasaları içinde
mucizenin mümkün olduğunu göstermek, mutlaka Tanrı’nın bu
şekilde mucizeleri oluşturduğu anlamını taşımaz. Fakat, doğa
bilimlerindeki gelişmelerle ortaya çıkan evren tablosunun,
düşük olasılıklar olarak mucizeleri içinde barındırdığını ve
böylesi bir mucize anlayışının, mucizelere karşı getirilen
“doğa yasalarına aykırı olma” itirazını geçersiz kılacağını
göstermek istiyoruz. Spinoza ve Schleiermacher gibi doğa
yasalarının ihlal edilmesini kabul edemeyenler de, ortaya
çıkan bu sonuç karşısında kutsal metinlerin mucize
anlayışını kabul edebilirler. Örneğin entropi yasasında çok
önemli bir yere sahip olan, yüksek sayıdaki moleküllerin
hareket tarzını ve Hz. Musa’nın denizi yarmasını bir arada
düşünelim. Aslında denizin içinde rasgele hareket eden
birçok molekül vardır. Denizin ortasından çizeceğiniz hayali
bir çizginin sağındaki moleküllerin istisnasız hepsinin daha
sağa, soldaki moleküllerin istisnasız hepsinin daha sola
hareket ettiğini düşünebiliriz. Moleküllerin böylesi bir
hareketinde deniz yarılır ve de hiçbir bilimsel yasa ihlal
edilmemiş olur. Bu tarz durumları göremememizin sebebi
bunların olası olmaması değil, olasılığının imkansız denecek
kadar düşük olmasıdır. Ama olasılıkların bilinçli seçicisi
olarak Tanrı’yı gören bir anlayış için, olasılıkların düşük
olması sorun olmayacaktır. Böylesi bir mucize oluşumunda,
Tanrı’nın müdahalesi doğrudan gözlemlenemez; gözlenen,
doğada ortaya çıkan beklenmeyen ve sıra dışı olan, fakat
doğanın yasalarına da aykırı olmayan olgudur. Mucizenin
oluşumu, çok çok düşük olasılıkların seçimi ile
gerçekleştiği için bu anlayış, mucizelerin olağanüstülüğüne
gölge de düşürmez.
Görüldüğü gibi determinist bir evren tablosu ve
Newton ile Einstein’ın formülleriyle uyumlu bir evrende bile
mucizenin yeri vardır. 20. yüzyılda ortaya konan kuantum
formülleri ile ise, evrenin indeterminist ve olasılıkçı
yapıda olduğunu ileri sürenler olmuştur. Kuantum teorisinin
bu yorumu üzerinde ittifak olmadığını tekrar belirtelim.
Kuantum belirsizliklerinin (uncertainty), bizim bilgi
eksikliğimizden kaynaklanıp subjektif- indeterminist bir
duruma mı, yoksa doğada gerçekten var olan
objektif-indeterminist bir duruma mı karşılık geldiği
tartışılmaktadır. Doğanın objektif-indeterminist yapıda
olduğunu düşünen yaklaşım, Tanrı’nın evrene müdahalesinin bu
belirsizliklerin belirlenmesi suretiyle gerçekleştiğinin
düşünülmesine olanak verir. Sonuçta, olasılıkçı yasalarla
işleyen bir evrende doğa yasalarına uygun Tanrısal müdahale
“olasılıklardan belli olasılığın seçilimi” ile
temellendirilebilecekken; belirsizliklerin olduğu bir
evrende Tanrısal müdahale “belirsizliğin belirlenmesi” ile
açıklanmaya çalışılabilir. 1960’lı yıllarda, evrenin bir
köşesindeki girdilerde çok küçük farkların oluşturulmasının,
çıktılarda ne kadar büyük farklar oluşturabileceğinin
farkına varıldı. Bu durum genelde “kelebek etkisi” olarak
bilinir, buna göre İstanbul’daki bir kelebeğin kanat
çırpışları, Los Angeles’ta kasırga oluşturabilir.68
Bu da mikro seviyedeki çok küçük müdahalelerin bile ne kadar
büyük önem taşıdığını; çok küçük olasılıkların seçimi veya
belirsizliklerin belirlenmesi ile evrende ne kadar geniş bir
müdahalenin imkanı olduğunu gösterir.
Entropi yasası determinist ve olasılıkçı bir yapıda
işleyen evreni gösterir ve Heisenbergçi kuantum yorumunun
indeterminist evren iddiasına sahip değildir. Fakat
olasılıkçı bu yasa da, doğa yasaları ihlal edilmeden evrende
mucizelerin gerçekleşmesinin imkanını görmemizi
sağlayabilir. Ama “özgür irade” konusuna gelirsek, bu konu
açısından, evrende objektif belirsizliklerin olup olmaması
daha çok önem kazanır. Hatta ilaveten, insan zihninin yapısı
üzerine felsefi tartışmaların da bu konuya dahil edilmesi
gerekir. Bu yüzden, Tanrı’nın evrene müdahalesi konusunda
karşımıza çıkan “mucize” sorunu işlemekle yetinip, “özgür
irade” sorununa girmeyeceğiz. Bu ikinci sorun, kuantum
kuramı ve zihin felsefesi gibi diğer başlıkların da hep
beraber irdelendiği bir bağlamda ele alınmalıdır.
Entropi yasası hem doğruluğunda tartışma olmayan
bir yasadır, hem de Tanrı-evren ilişkisine bakışımıza yeni
boyutlar getirecek niteliktedir. Newtoncu, Einsteincı,
Heisenbergçi ve Prigogineci fizik anlayışlarının hepsiyle
barışık bir yasadan felsefi sonuçlar çıkartmaya
çalıştığımızın altını çizmekte fayda görüyoruz. Teist
dinlerin kendileri dışında hemen herkese karşı tarih boyunca
savundukları, evrenin bir başlangıcı ve sonu olduğuna dair
kozmolojik ve ontolojik iddia, bu yasa ile bilimsel temel
kazanmıştır. Evrenin ezeli ve ebedi olmaması ise, varlığın
açıklamasının evren içinde kalınarak yapılamayacağı anlamını
taşır. Entropi yasasının hem varlığı, hem evrenin başlangıç
entropisindeki olağanüstü hassas ayar, hem de farklı
canlıların bedenlerindeki entropi artışına rağmen canlılığın
mümkün olmasını sağlayan farklı düzenlemeler; teizmin, Tanrı
kanıtlamalarında en sık kullandığı delil olan tasarım
deliline/teleolojik delile önemli destek sağlamıştır. Ayrıca
evrende olasılıksal bir işleyişin olduğunu gösteren bu yasa,
olasılıkların bilinçli seçimiyle, mucizelerin doğa yasaları
ihlal edilmeden gerçekleşmesinin mümkün olduğunu gösterdiği
için de teizm ve din felsefesi açısından önemlidir.
1 Albert Einstein, İzafiyet Teorisi, çev: Gülen
Aktaş, Soy Yayınları, İstanbul, 2001, s. 44.
2 Michael Guillen, Dünyayı Değiştiren Beş Denklem,
çev: Gürsel Tanrıöver, Tübitak Popüler Bilim Kitapları,
Ankara, 2001, s. 213-215.
3 Arthur Eddington, The Nature Of The Physical
World, Macmillan, New York, 1929, s .74.
4 Albert Einstein, The Theory Of Relativity And
Other Essays, MJF Books, New York, 1997, s. 30.
5 George Gamow, 1-2-3 Sonsuz, çev: C. Kapkın, Evrim
Yayınevi, İstanbul, 1995, s. 212-213.
6 Paul Davies, God And The New Physics, Simon and
Schuster, New York, 1983, s. 10.
7 Jeremy Rifkin, Ted Howard, Entropi, çev: Hakan
Okay, İz Yayıncılık, İstanbul, 1997, s. 60-61.
8 G. Tyler Miller, Energetics, Kinetics and Life,
California, Wadsworth, 1971, s. 46; aktaran: Jeremy Rifkin,
Ted Howard, ibid, s. 62.
9 George Gamow, ibid, s. 217-218.
10 Albert Einstein, ibid, s. 52.
11 Ian Barbour, Religion In An Age Of Science, The
Gifford Lectures, New York, 1990, s. 101-104.
12 Albert Einstein, ibid, s. 41-49
13 Werner Heisenberg, Fizik ve Felsefe, çev: M.
Yılmaz Öner, Belge Yayınları, İstanbul, 2000, s. 21-22.
14 Ralph A. Alpher, Robert Herman, Genesis of The
Big Bang, Oxford University Press, New York, 2000, s. 17.
15 Roger Penrose, The Road To Reality, Jonathan
Cope, London, 2004, s. 706-707.
16 Stephen Hawking, Stephen Hawking’s A Brief
History of Time, Bantam Books, New York, 1992, s. 92-95;
Stephen Hawking, A Brief History of Time, Bantam Books, New
York, 1988, s. 102-108.
17 Paul Davies, The Last Three Minutes, Basic Books,
New York, 1994, s. 142-147.
18 Ilya Prigogine, Kesinliklerin Sonu, çev: İbrahim
Şener, İzdüşüm Yayınları, İstanbul, 2004, s. 186.
19 Ilya Prigogine, Isabelle Stengers, Kaostan
Düzene, çev: Sezai Demirci, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998.
20 Ilya Prigogine, ibid, s. 10.
21 Descartes, Metot Üzerine Konuşma, çev: K. Sahir
Sel, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1994, s. 32-34.
22 Immanuel Kant, The Critique of Pure Reason, çev:
J.M.D. Meiklejohn, William Benton, Chicago, 1971,s. 27-
28.
23 Noam Chomsky, Knowledge of Language: It’s Nature,
Origin And Use, Praeger, New York, 1986.
24 Stephen Hawking, ibid, s. 7-8.
25Benzer bir örnek için bakın: Robert John Russell,
Entropy And Evil, Zygon dergisi, vol. 19, no. 4, Aralık
1984,
s. 449-467.
26 Kindi, Felsefi Risaleler, çev: Mahmut Kaya, İz
Yayıncılık, İstanbul, 1994, s. 87-92.
27 Immanuel Kant, Evrensel Doğa Tarihi Ve Gökler
Kuramı, çev: Seçkin Selvi, Sarmal, İstanbul, 1997.
28 Bertrand Russell, Why I Am Not A Christian,
Simon And Schuster, New York, 1957, s. 106.
29 Thucydides, Funreal Oration Of Pericles, ed:
Robert B. Strassler, The Landmark Thucydides içinde, The
Free Press, New York , 1996, s. 115.
30 Hannah Arendt, The Human Condition, Doubleday
Anchor Books, New York, 1999, s. 172-173.
31 Freidrich Albert Lange, Materyalizmin Tarihi Ve
Günümüzdeki Anlamının Eleştirisi 1, çev: Ahmet Arslan,
Sosyal Yayınları, İstanbul, 1998, s. 40-44.
32 A. Osman Gürel, Doğa Bilimleri Tarihi, İmge
Kitabevi, Ankara, 2000, s. 102.
33 David Hume, Din Üstüne, çev: Mete Tuncay, İmge
Kitabevi Yayınları, Ankara, 1995, s. 171.
34 John D. Barrow, Frank J. Tipler, The Anthropic
Cosmological Principle, Oxford University Press,
Oxford,1996, s. 168.
35 Caner Taslaman, Big Bang Ve Tanrı, İstanbul
Yayınevi, 2003, s. 30-46.
36 Ralph A. Alpher, Robert Herman, ibid, s.
160-163.
37 Paul Davies, ibid, s. 49-65.
38 Paul Davies, ibid, s. 13.
39 William Lane Craig, The Kalam Cosmological
Argument, Wipf And Stock Publishers, Eugene, 1979, s. 19-60.
40 Kitabı Mukaddes, Eski Ahit, Kitabı Mukaddes
Şirketi, İstanbul, 1993, s. 1.
41 Kitabı Mukaddes, Yeni Ahit, ibid, s. 92.
42 Kuran-ı Kerim, çev: Ali Bulaç, Bakış Yayınları,
İstanbul, s. 18.
43 Georges Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri,
çev: Enver Aytekin, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1997, s. 24.
44 Aristo felsefesindeki ezeli evren fikri ile
teizmin yaratmasını birleştirmek isteyen Farabi, İbni Sina
gibi filozoflar olduysa da, genel teistik yaklaşım içinde bu
görüş azınlık kalmıştır.
45Necip Taylan, Tanrı Sorunu, Şehir Yayınları,
İstanbul, 2000, s. 52-63.
46 Necip Taylan, ibid, s. 64.
47 Joseph Silk, Evrenin Kısa Tarihi, çev: Murat
Alev, Tübitak, Ankara, 2000, s. 62.
48 Stephen Hawking, Ceviz Kabuğundaki Evren, çev:
Kemal Çömlekçi, Alfa Yayınları, Bursa, 2002, s. 22.
49 Ralph A. Alpher, Robert Herman, ibid, s.
107-115.
50 Big Bang’i doğrulayan bu deliller hakkında şu üç
kitabı tavsiye edebiliriz: Hurbert Reeves, İlk Saniye, çev:
Esra Özdoğan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001; Ralph A.
Herman, Robert Herman, ibid; Steven Weinberg, İlk Üç Dakika,
çev: Zekeriya Aydın ve Zeki Aslan, Tübitak Popüler Bilim
Kitapları, Ankara, 1999.
51 Roger Penrose, ibid, s. 717.
52 Hugh Ross, The Fingerprint Of God, Whitaker
House, New Kensington, 1989, s. 85-87
53 Stephen Hawking, A Brief History Of Time, s.
121-122.
54 John D. Barrow, Frank J. Tipler, ibid, s.
168-169.
55 David Hume, ibid, s. 174-175.
56 Immanuel Kant, The Critique Of Pure Reason, s.
187-190.
57 William Paley, Natural Theology, ed: Michael
Ruse, Philosophy of Biology içinde, Prentice Hall, New
Jersey, 1989, s. 36.
58 Roger Penrose, ibid, s. 728.
59 Roger Penrose, Kralın Yeni Usu 3: Us Nerede, çev:
Tekin Dereli, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 2003,
s. 50.
60 Roger Penrose, ibid, s. 51.
61 Jacques Monod, Rastlantı Ve Zorunluluk, çev:
Vehbi Hacıkadiroğlu, Dost Kitabevi, Ankara, 1997.
62 Richard Dawkins, Kör Saatçi, çev: Feryal
Halatçı, Tübitak, Ankara, 2002.
63 Paul Davies, The Origin Of Life, Penguin Books,
London, 2003, s. 28.
64 Paul Davies, ibid, s. 30.
65 İlyas Çelebi, İslam İnanç Sisteminde Akılcılık
Ve Kadı Abdulcebbar, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2002, s.
316.
66 William A. Dembski, Intelligent Design, Inter
Varsity Press, Illionis, 1999, s. 53-55.
67 William A. Dembski, ibid, s. 57-58
68 James Gleick, Kaos, çev: Fikret Üçcan, Tübitak
Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 2000, s. 1-29.
KAYNAKÇA
Alpher, Ralph A. ve Robert Herman. Genesis of The
Big Bang. New York: Oxford University Press,
2000.
Arendt, Hannah. The Human Condition. New York:
Doubleday Anchor Books, 1999.
Barbour, Ian. Religion In An Age Of Science. New
York: The Gifford Lectures, 1990.
Barrow, John D. ve Frank J. Tipler. The Anthropic
Cosmological Principle. Oxford: Oxford
University Press, 1996.
Chomsky, Noam. Knowledge of Language: It’s Nature,
Origin And Use. New York: Praeger, 1986.
Craig, William Lane. The Kalam Cosmological
Argument. Eugene: Wipf And Stock Publishers, 1979.
Çelebi, İlyas. İslam İnanç Sisteminde Akılcılık Ve
Kadı Abdulcebbar. İstanbul: Rağbet Yayınları,
2002.
Davies, Paul. God And The New Physics. New York:
Simon and Schuster, 1983.
______ The Last Three Minutes. New York: Basic
Books, 1994.
______ The Origin Of Life. London: Penguin Books,
2003.
Dawkins, Richard. Kör Saatçi. çev: Feryal Halatçı.
Ankara: Tübitak, 2002.
Dembski, William A. Intelligent Design. Illionis:
Inter Varsity Press, 1999.
Descartes, Rene. Metod Üzerine Konuşma. çev: K.
Sahir Sel. İstanbul: Sosyal Yayınlar, 1994.
Eddington, Arthur. The Nature Of The Physical World.
New York: Macmillan, 1929.
Einstein, Albert. İzafiyet Teorisi. çev: Gülen
Aktaş. İstanbul: Soy Yayınları, 2001.
______ The Theory Of Relativity And Other Essays.
New York: MJF Books, 1997.
Gamow, George. 1-2-3 Sonsuz. çev: C. Kapkın.
İstanbul: Evrim Yayınevi, 1995.
Gleick, James. Kaos. çev: Fikret Üçcan. Ankara:
Tübitak Popüler Bilim Kitapları, 2000.
Guillen, Michael. Dünyayı Değiştiren Beş Denklem.
çev: Gürsel Tanrıöver. Ankara: Tübitak Popüler
Bilim Kitapları, 2001.
Gürel, A. Osman. Doğa Bilimleri Tarihi. İmge
Kitabevi: Ankara, 2000.
Hawking, Stephen. A Brief History Of Time. New
York: Bantam Books, 1988.
______ Ceviz Kabuğundaki Evren. çev: Kemal
Çömlekçi. Bursa: Alfa Yayınları, 2002.
______ Stephen Hawking’s A Brief History Of Time.
New York: Bantam Books, 1992.
0- 1- 2- 3- 4- 5- 6- 7- 8- 9- 10