headerphoto

"Doğru sadece benim bildiğimdir!"

 Murat Çiftkaya

DENİZE AĞ atarak balık avlamaya çalışan insana ne denir? Balıkçı. Peki, bu balıkçı işi ileri götürüp "Balık, sadece benim ağıma takılandır. Ağıma takılmayan, balık değildir" derse, buna ne denir?

Bugün fizik gerçekliğe ilişkin yorumlarda, materyalist bilim yorumcularının takındığı tavır yukarıdaki kibirli ve gülünesi balıkçıdan farklı değil. Modern bilim camiası, Hıristiyanlık adına konuşan Kilise'nin akla ve gözleme aykırı evren yorumlarından kendini sıyırmaya çalışırken, aynı Kilise'nin yorum ve üslubunu neredeyse aynen benimsedi. Kilise'nin kendi egemen yorumuna aykırı yorumları dindışı diye damgaladığı gibi, modern bilimciler de "bilimsel" bir yöntem ve yorum belirleyip bundan "sapanları" bilimdışı diyerek aforoz ettiler. Onları bilim camiasından dışladılar, küçümsediler, hayat hakkı tanımadılar. Evrenin nasıl ve niçin böyle olduğunu anlamak için, gerçeği keşfetmek için "yegâne" yol artık sadece bilimin, daha doğrusu bilim adamlarının gösterdiği yoldu. Gerçek bilim adamlarının bildiği ve bildirdiğidir, bilim adamlarının bilmediği ve bildirmediği gerçek değildir!

Modern bilimin mensupları, gerçekliği maddî gözle görünene indirgeyerek, görülmeyeni anlama ve araştırma faaliyetinin kendi işleri olmadığını, bunun "metafizik" olduğunu, dolayısıyla da ilâhiyatçıların alanına girdiğini ileri sürdüler. Bu ulus-devletlerinkine benzer katı bir sınırdı. Fizik âlem bilim adamlarının, metafizik ise din adamlarının alanıydı. Kimse diğerinin haddini aşarak diğerinin alanına girmemeliydi. Özellikle de din adına tefekkür yürütenler!

Maddeciliği, yani maddeyi sadece ve sadece madde ile izahı bir felsefe olarak benimseyen modern bilimciler, hiçbir madde ötesi soru ya da izaha bilim alanında müsamaha göstermediler. Tarafsızlık iddiasıyla, Tanrı'yı laboratuarın kapısında bırakarak deney ve gözlemlerini yürüttüklerini söylediler. Bu demekti ki, bilimsel faaliyet daha baştan bir yaratıcı fikrini göz ardı ederek yürütülecekti. Evrenin dışında bir Yaratıcıyı ihtimal dahilinde tutarak yürütülecek bir deney ya da gözlem, yerleşik maddeci bilim zihniyetine göre, hiçbir şekilde bilimsel sayılamazdı. Görünür âlemi inceleyen bilim adamı Tanrı fikriyle ilgilen(e)mezdi, Tanrı fikrini esas alacak bir bilim adamı da zaten bilim adamı sayılamazdı! Tek gerçek sayılan bilimsel gerçek, ancak görünür âlemde bulunabilirdi.

Bugün materyalist bilim yorumu bizzat bilim camiasının içinden eleştirilere uğruyor. Modern bilim adamlarının tıpkı mutaassıp Hıristiyanlığın temsilcileri gibi dogmaların pençesine düştüğü, insanlığın binlerce yıllık kazanımı olan bilgelikleri bir çırpıda değersiz ve yok gördüğü, katı fizik-metafizik ayrımıyla âlemin büyüsünü bozduğu, en önemlisi evrenin onun dışında bir Var edici tarafından var edilmiş olabileceği ihtimalini daha baştan reddederek tarafsızlığını yitirdiği belirtiliyor.

Âlemdeki harikulade işleyişi "tabiat yasaları" ile açıklamaya çalışan materyalist bilimciler, kuantum fiziğinin getirdiği belirsizliğin determinizmi sarsması karşısında sarsılmamaya çalışıyorlar. Aynı şekilde, evrim teorisini hayatın ve canlıların nasıl var edildiği konusunda bir Yaratıcı fikrinin üstünü çizerek ateist bir dünya görüşü için kullananlar, "akıllı tasarım" adında yeni bir teori ortaya atıldığında, tıpkı ortaçağ Kilisesi gibi seslerini yükselterek "Bu dogmalarımıza aykırıdır, zira içinde Yaratıcı tasavvuru yer almaktadır!" diyorlar. (Söz konusu teori ile Yaratıcının ispata çalışılması, bunun ne derece doğru olduğu vs. ayrı bir yazı ve tartışma konusu.)

Meselâ, bir yazar, adı Bay K olsun, herhangi bir şekilde Yaratıcı fikrini göz ardı etmediği için söz konusu teoriyi "Geçersiz, mesnetsiz, tutarsız, akıl ve gerçek dışı, dayanıksız" diye niteliyor. "Çünkü tek bir soruyla yıkılır: 'Kim tasarladı?' Eğer 'Tanrı' diye cevap verilirse bilim alanından çıkılır ve ilahiyat alanına geri dönülür." Bay K'ya göre "dinsel bir inancı bilimsel olarak kanıtlamaya kalkışmak" zinhar yanlış bir tutumdur!

Buna göre, "var oluyor" yerine "varediliyor;" "oluşuyor" yerine "oluşturuluyor" demek, Bay K'ya göre bilimdışıdır ve kabul edilemez. Çünkü, görünenin dışında bir var ediciyi gerektirir, ki bu bilime aykırıdır. Bırakın ruhunu, insan bedenini "mucize" olarak görmek, onun harikulade bir "sanat eseri" olduğunu ve yaratıldığını söylemek de, buna göre, kabul edilemez.

Gelgelelim, Bay K gibilerinin çelişkisi tam da burada kendisini gösterir. Yenilerde yayınlanan popüler bir bilim dergisi kapağına "İnsan Denen Mucize" başlığını koyunca, Bay K önce muhtemelen ihtiyatla yaklaşmıştır. İçinde Yaratıcı, mutlak ilim ve kudret vs. değil de milyonlarca yıllık evrim, tabiî süreç vs. gibi ifadeleri görünce rahatlamıştır. Evet, insan bir mucizedir, harikulade bir sanat eseridir ve dahi yaratılmıştır. Ama bütün bu "metafizik ve dinsel" ifadeler bir tek Yaratıcının işi olarak görülmediği sürece zararsızdır! Aynı makalede "insanın tabiat tarafından yaratıldığı" ifadesi artık gözlerini ve kulaklarını tırmalamaz, çünkü yaratma fiili ancak bir zât sahibi Yaratıcıya nisbet edildiğinde bilim güme gider, tabiata değil!

Aynı şekilde, insan mucizesini yazan derginin ağzıyla, insanın her bir hücresi ve molekülünün "harika görevler" üstlendiğini söylerseniz, Bay K hemen atılır ve sorar: "Onlara bu görevi kim verdi?" Siz "Yaratıcı" derseniz, Bay K başını iki yana sallar ve "Olmadı, bu hiç de bilimsel olmadı!" der, bir başkası "tabiat" cevabını verse, "Hah, şimdi gayet bilimsel bir izah getirdin" der. Daha bir başkası, "onlar bu işleri kendi kendilerine görüyor" dese, Bay K'ya göre "Bu da bilimsel bir izah"tır.

Tabiat gözle görülmeyen, elle tutulmayan, nesnelerden ayrı, dış dünyada varlığı bulunmayan, bilgisiz, şuursuz, kudretsiz, şahsiyetsiz zihnî bir varlık iken bunca şuuurkârane ve bilgi ve irade gerektiren harikulade işlerin tabiata nasıl nisbet edileceğini rasyonalist kafası hiç sormaz. Ya da, bütün evrenin karmaşık sistemleri içinde yerli yerince faaliyet gösteren insan bedenindeki bir molekülün, ancak bütün evreni kuşatacak bir bilgi ve irade ile bu görevleri üstlenebileceği, bunun da o molekülü bir çeşit tanrı kabul etmek olduğunu hiç dert etmez Bay K. Evrendeki bütün moleküllerin ve partiküllerin adedince tanrıların varlığını kabul etmek hurafedir, diyebilirsiniz. Bay K gibiler için sorun yoktur, onlar bu akıl almaz hurafeyi sineye çekerler, ama evrenin dışında tek bir Yaratıcıdan bahsedecek olursanız, sizi "bilim dışı hurafecilikle suçlarlar.

Peki neden? İnanıp inanmamak başka bir şey, inançsızlığı bilim kılıfına sokmak ve başkalarına dayatmak başka bir şey. Her inanmayan insanın inanmama nedeni farklı olabilir. Ama Tabiat Risalesi'nde, Bediüzzaman'ın nedensellik, tesadüfilik ve tabiatçılık görüşlerini çürüttükten sonra--konuyla ilgisi zayıfmış gibi görünen--Rububiyet ve ubudiyetle ilgili soruları cevaplaması, inançsızlığın ardında yatan bazı ortak psikolojik faktörlere gayet anlamlı bir ipucu verir. İnançsızlıkta inadın aslında işin görünen yüzü olduğunu, bunun ardında Uluhiyetten ziyade Rububiyetin reddinin, bunun da altında ubudiyete yanaşmama tercihinin yattığını akla getirir. Başka bir deyişle, bazı durumlarda, inanmamak bir başlangıç değil bir sonuçtur; insanın kendisinin üzerinde Rububiyet sahibi bir Zât'a kulluk etmeme tercihinin sonucudur. Çünkü tabiata yaratıcılık atfetmek insana hiçbir sorumluluk ve yükümlülük getirmez, ama yaratma eylemini evrenin ve vahyin bildirdiği Yaratıcıya nisbet etmek getirir!

 

0- 1- 2- 3- 4- 5- 6- 7- 8- 9- 10